Acayip güçlü bir dostluk hikâyesi
Kocabaş ve onun neredeyse onda biri olmasına rağmen on katı ses çıkarmakta mahir Fıstık’la beraber yaşadığımdan beri, bedenlerimizin boyutu ve ön yargı üzerine de bolca düşünme fırsatım oluyor. Tabii bu konuda akla gelen ilk isim ve eser daima John Steinbeck ile Fareler ve İnsanlar oluyor. Fakat mesele, edebiyatın belki de yüzyıllardır en sevdiği ve tüketmediği bir tema olmaya hâlâ devam ediyor. Her daim normali kendisi olarak tanımlayan insan, kendisine benzemeyen ve kendisinden farklı olan her şeyden korkuyor ve onu dışlıyor: Canavar, diyor; kötü, diyor; cadı, diyor; lanetli, diyor; vahşi, diyor ve korkusunun dev aynasında kendi benzemezini hep bir garabet olmaya mahkûm ediyor.
Gelen kargo görevlisi yine hiç korkmaması gereken yegâne köpeğimizden, koca kızımızdan korkarak, kargoyu bırakıp kaçıyor. Kargonun içinden Rodman Philbrick’in orijinali (Freak The Mighty) 1993’te yayınlanan ve yakınlarda Türkçeye Ebru Elbaşıoğlu tarafından tercüme edilen Acayip Güçlü’sü çıkıyor. Serin bir sonbaharın arada bir sağanağa dönen yağmur tıpırtıları arasında kitabı okumaya başlıyorum. İlk intibam Philbrick’in, Steinbeck’in Fareler ve İnsanlar’ının yeni bir versiyonunu yazdığı yönünde oluyor.
Sayfaları çevirdikçe ve kitabın içinde ilerledikçe, iki tuhaf küçük adamın bir araya geldiklerinde “Acayip Güçlü”yü oluşturdukları bir dostluk hikâyesi giderek belirginleşiyor. Kitabın sonundaki gayet matrak “Acayip’in Sözlüğü”ne göre “190 santimetreye eşdeğer ölçü birimi, üstelik uzamaya devam eden” devasa cüsseli Maxwell (Güçlü) ile “70 santimetreye eşit ölçü birimi” olan gelişim sorunundan muztarip Kevin (Acayip), akran zorbalığı ve toplumsal ön yargılarla başa çıkmanın yolu olarak “Acayip-Güçlü” olmayı buluyorlar.
Bu nahif, mizahi, içli ve heyecanlı hikâye Maxwell’in ağzından anlatılıyor. Maxwell öğrenim güçlüğü çeken çocuklarla aynı sınıfta okuyan, büyükannesi (Balnine) ve büyükbabası (Beybaba) ile beraber yaşayan, çevresindeki herkesin iri gövdesinden çekindiği kadar beyinsiz olduğundan da kuşku duymadığı yalnız ve kendi içine kapalı bir çocuk. Bu nedenle evin bodrum katında yaşamayı da dert etmiyor. Kendi kendine yetmesini biliyor ve hatta kendine has bir mizah anlayışına da sahip. O kadar ki anlatmaya “Beyinsizin tekiydim ben,” diye başlayabiliyor. Sonrasında Acayip’le tanışmalarını ve nasıl Acayip-Güçlü olduklarını anlatıyor: “Acayip geldi ve kendi beynini bir süreliğine kullanmama izin verdi.” Tabii bu sırada Kevin da hasretini çektiği o büyük bedene kavuşmuş oluyor. Size de bir nebze Fareler ve İnsanlar’daki George Milton ile Lennie Small’u hatırlatmıyor mu?
Kendi boyutlarının ve zekâlarının normalliğiyle gündelik hayatlarını mutlu ve huzurlu geçiren herkes biri bücür diğeri dev, biri cüce diğeri canavar olan ikiliye baktığında sadece iki ucube görüyor. Oysa hiç de ucube olmayan bu iki çocuk gayet iyi eğlenip, bayağı heyecanlı maceralar yaşıyorlar. Max yürümekte zorlanan Kevin’ı tüymüş gibi omuzlarına alıp istediği her yere götürürken onun ayakları oluyor ve Kevin da konuşmakta ve karar almakta zorlanan Max’e, hayli gelişmiş muhayyilesi ve kelime haznesiyle yol gösteriyor. Onların dünyasına girince aslında her şeyin normal olduğunu ve hiçbir şeyin anormal olmadığını anlıyorsunuz. Aslında bu iki kafadar da başka yaşıtları gibi ejderha kovalayan, kötülerle mücadele eden, define arayan, heyecanlı macera peşinde koşan gayet eğlenceli çocuklar.
Max’in bir başka talihsizliğiyse yaşadıkları küçük kasabada yüzüne bakan herkesin kendisinde babasını görmesi ve hatırlaması. Çünkü Max’in babası bir katil. Çok kaba bir akıl yürütmeyle, yani aslında hiç düşünmeye ihtiyaç duymayan ön yargılaramüracaat etmenin konforuyla kasabalılar bu hık demiş babasının burnundan düşmüş iri kıyım çocuğun da suça meyilli bir geri zekâlı olduğuna hükmediyorlar. Buna her an maruz kalabilen Max nasıl olsun da içine kapanmasın!
Fakat Max’in başka insanlarla ilişki kurmaya karşı geliştirdiği o kalın zırhı – yani Acayip’in sözlüğüne göre “ZIRH: Eski zaman şövalyelerinin giydiği robotumsu kıyafet”i – Kevin delip geçiyor. Öğrenme güçlüğü çektiği varsayılan Max gayet güzel okumaya başlıyor meselâ.
Bir an için her şeyin güllük gülistanlık bir hâl aldığını ve tatlıya bağlandığını düşünebilirsiniz. Fakat önce Max’in babası Katil Kane şartlı tahliye oluyor ve eve gelip oğlunu kaçırıyor. Neyse ki Acayip gelip onu kurtarıyor. Sonrasında ise iç organlarının büyümesine rağmen bedeni büyümeyen Kevin’ın sağlık problemleri giderek artıyor. Bu da bizi Fareler ve İnsanlar’dakinden daha farklı ama en az onunki kadar kırık bir sona getiriyor.
Philbrick, asıl anormal olanın, normal olduğunu varsaydığımız ön yargılar olduğunu sıcak, keyifli ve duygusal bir hikâyeyle anlatıyor. Asıl ucubenin bizatihi toplum olduğunu çok zarifçe gösteriyor. Belki de Acayip Güçlü bu nedenle 1993’ten beri tazeliğini hiç yitirmemiş bir hikâye.
Kitabın ruhuyla hayli uyumlu tercümeye gelince bir şeye işaret etmeden geçemeyeceğim. 143. sayfada şöyle bir Türkçe garabet var: “Seni hadsiz yaratık.” Densiz veya haddini bilmez yerine ısrarla “hadsiz” in kullanılması, anlaşılan o ki çevirmenler arasında da yayılıyor. “Hadsiz”in bu had aşımı dışında tercüme bir metin okuduğunuzu hissetmiyorsunuz.
Kocabaş, o iri köpek az evvel başlayan gök gürültüsünden korkup yanıma geliyor. Sanılanın aksine bir canavar değil. Daha çok koca bir bebek...
Gökhan Yavuz Demir, İyi Kitap, sayı: 138, Kasım 2021