Geleneksel müzik insanlığın hikâyesini anlatır
Akademisyen, yazar, müzik tarihi araştırmacısı ve bağlama icracısı Cenk Güray’la Anadolu müziğinden caza geleneksel müzik ve yeni kitabı “Bin Yılın Mirası – Makamı Var Eden Döngü: Edvar Geleneği” kitabı hakkında konuştuk.
- İki yıldır Ankara NHKM’de müzik kuramı ve eğitim üzerine atölye çalışmaları yapıyorsunuz. Bu çalışmalarda neyi hedefliyorsunuz?
Geleneksel müziğin, bir kültürün geçmişteki bilgisini geleceğe aktarmak için en önemli unsurlardan biri olduğunu düşünüyorum. Bu iki atölye çalışmasının temelinde müzik gelenekleri var esasında. Geleneksel müzik ile ilgili ortak bir bakış açısı elde etmeye, geçmişten geleceğe aktarım sürecine destek olmaya çalışıyorum. Yani geçmişi birlikte hatırlama çabasına ve geleceği bu geçmişteki birikim üzerine inşa etme çalışmasına ufacık bir damla ile katkıda bulunmak, hedef budur.
ANADOLU MÜZİĞİ İLE CAZ PARALEL İLERLİYOR
- Her iki atölyede de müziğin tarihini başlangıcından aldınız. Anadolu müzik tarihinde antik dönemden, cazda da Amerika kıtasının sömürgeleştirilmesinden, Afrikalı kölelerden... Sanatta gelenek ne anlama geliyor, bugün, bu çağa nasıl aktarılıyor?
Caz müziğini diğer müziklerden ayıran temel öge gelenekle bağlantısı, geleneği aktarma gücü, geleneği değiştirme gücü ve bunun üzerinden geleneksel bir sanat anlayışını, özgün bir sanat görüşünü oraya çıkarabilme gücü. Caz, yalnız Afrika geleneği ile değil, bütün dünya müzik gelenekleri ile yakın temas içinde. Dolayısıyla, toplumsal yaşamla, ekonomik değişimlerle, insanla bağlantısını her zaman korumuştur caz. Anadolu geleneksel müzikleri de doğal olarak; Anadolu insanının ve tarihinin toplumsal izdüşümünü çıkaran sözlü örnekler.
- Anadolu müziği ve caz arasında nasıl bir ilişki kuruyorsunuz?
Farklı coğrafyalarda yaşansa da geleneksel müziğin yolculuğu, çok benzerdir. İnsanın hikâyesine dair çok özel bilgileri bizlerle paylaşır. O yüzden her iki atölyenin de böyle bir paralelliği olduğunu düşünüyorum. Aslında birbirini tamamlayan yönleri de var. Çünkü “Anadolu Müziği Tarihi Atölyesi”, daha ziyade geleneksel müziğin, kuramın ve icrasının Anadolu ve çevre coğrafyalardaki seyrini anlatırken, “Caz Tarihi Atölyesi”, dünya ölçeğinde geleneksel müziklerin dolaşımını ve birbirleriyle etkileşimini anlatıyor. Atölyeleri beraber değerlendirdiğimizde geleneksel müziğin, insanlık tarihini nasıl etkilediğine dair, bütün dünyayı ilgilendiren bir bakış açısı da çıkarmak mümkün. Onun için, ikisinin birlikte olmasının değerli olduğunu düşünüyorum. Anadolu müziğiyle caz paralel ilerliyor.
- Öğrencileriniz Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde bağlama dersleri veriyor? Nasıl gidiyor dersler?
Çok başarılı gidiyor. Ercan Can Yıldız bu sene bağlama eğitimi çalışmaları yürütüyor. 17 yaşında olmasına rağmen üst düzey bir icracı olma yönünde hızla ilerliyor.
Yine Eren ve Sinan Şimşek ile yürütmeye çalıştığımızı topluluk çalışması bağlamanın yöresel icrasına dair ortak bir fikri ortaya koymayı hedefliyor.
“Bağlama İcrası” gibi bir atölye çalışmasında ise yeni başlayan öğrencilerimizin bile temel bağlamadaki sıkıntılarını hallettiğini, ilk seviyeyi geçtiklerini görebiliyoruz.
- Aylık konserleriniz var. TRT dışında ulaşamadığımız nitelikte konserler oluyor, bunlardan biraz söz eder misiniz?
Amacımız, belirli temalara yoğunlaşarak, bu temalarla ilgili geleneksel müzik külliyatını ortaya koyup buradaki teorik paylaşım ortamına pratik olarak bir destek verebilmek. Çünkü sadece sözlü anlatım veya bilimsel temsil Anadolu müzik tarihi ile ilgili örneklerin tam olarak anlaşılması için yeterli değil. Bu türküleri icra etmediğiniz zaman, sadece teorik bilgiyi vermek, müziğin temsil ettiği altyapıyı anlatmak konusunda yetersiz kalıyor. Bu konserler aracılığıyla, amaçlanan anlatım çeşitliliğine ulaşmak... En son Köy Enstitüleri ile ilgili örneği ortaya koyduk. Bu konserleri birlikte yaptığımız tüm dostlara şükranlarımı sunarım.
KİTABIMIZ, MAKAM GELENEĞİ VE MÜZİK KURAMI ÜZERİNE...
- “Bin Yılın Mirası – Makamı Var Eden Döngü: Edvar Geleneği” adlı bir kitabınız çıktı...
Makamlara dair akademik ilgim, Başkent Üniversitesi Konservatuvarı’nda Müzikoloji alanında yaptığım yüksek lisans teziyle başladı. Daha öncesinde sadece icracı olarak bilgim vardı. Makam teorisinin altyapısına doğru gitmeye başladım ve katman katman derine gittikçe tarihsel pek çok bilgiyle karşılaştım.
Giderek işini tarihsel ve teorik boyutunun derinliğine daha fazla ilgi duymaya başladım. “Makam”ın temelinde yatan kavramı, “edvar” kavramını çalışma eksenime aldım, bunun felsefi boyutuyla ilgili de fikir edinmeye başladım. Bu kavramın dönemsel olarak değişimlerine ve bu değişimlerin sosyal hayattaki izdüşümlerine de ilgi duymaya başladım. Dolayısıyla biraz daha toplumsal tarihe yöneldim. Kitap bu yolculuğun sonucudur.
Kitapta, Mezopotamya’dan bugüne Anadolu ve çevre coğrafyadaki kuram kaynakları incelenerek makam geleneğine ve müzik kuramına dair bir fikir oluşturmaya çalışılmıştır.
Ülkemizin sadece müzik yayıncılığı ile uğraşan tek yayınevi olan Pan Yayıncılık’tan 2012 yılında yayınlanan kitap, en az benim kadar Pan Yayıncılık ailesinin yani Işık Tabar Gençer, Ferruh Gençer, Fatma Tulum, Şirin Doğan, Emine Çiğdem Göç ve Oktay Yüksel’in 6 seneyi bulan yoğun ve ciddi emeklerinin eseridir. Kitap ile ilgili akademi ve müzik çevrelerinden gelen tepkiler çok olumlu. Okuyucu ilgisini de görünce, kitabın yazılış amacına ulaştığını düşünerek mutlu oluyorum.
MEŞK GELENEĞİ CAZDA DA TÜRK MÜZİĞİNDE DE MEVCUT
- Meşk geleneği nedir? Hem bizim geleneksel müziğimizde hem de cazda meşk geleneğinden bahsetmek mümkün müdür?
Meşk geleneği daha ziyade Osmanlı’ya atfedilen bir gelenektir. Doğrudan öğrencinin ustasından ezberleyerek, taklit ederek bir şeyler öğrenmesidir. Daha sonra bu ezber ve taklit üzerine kendi kişiliğine dair bir şeyler ekleyerek kendi üslubunu oluşturmasıdır.
Ama meşk deyince, benim anladığım biraz daha geniş bir şey. Halk müziğinin her türlü aktarımı bence, meşk geleneği içindedir. Mesela, bir kaba zurna ustasının yanında yetişen oğlu da ondan meşk geleneği aracılığıyla öğreniyor, aklında kalan şeyler daha sonraki dönemlerde onun repertuvarı oluyor. Yani o, kendi müzikal ortamı içinde de ustasından bir şeyler öğrenme imkânı buluyor. Dolayısıyla geleneksel müzikle ilgili her üretim süreci benim için meşk alanına giriyor. Cumhuriyet dönemine kadar bütün halk müziği geleneğinin, Osmanlı kent müziğinin ve Anadolu’daki diğer müzik geleneklerinin meşk sistemiyle aktarıldığını söyleyebiliriz.
Cumhuriyet döneminde eğitim, meşki yer yer dışarıda bırakmış, esasında gelenekle uyumsuzluğun bir noktası da burada ortaya çıkmaya başlamış. Çünkü meşk ne kadar dışarıda bırakılırsa, geleneğin doğal aktarım yönünün dışında bir eğitim sürecinin o kadar devreye girmeye başladığını söyleyebiliriz. Son dönem pek çok konservatuvarda, özellikle Türk müziği konservatuvarlarında veya geleneksel müzik ile ilgili eğitim veren diğer okullarda bu konuyla ilgili çalışmaların arttığını görmek bu yönüyle sevindirici.
Müge Azizoğlu, SOL, 30 Ocak 2013