Gübreden Faşizme: Bir Ölüm Kalım Meselesi
“Azot kimyasal olarak hilebazdır, biraz hafifmeşreptir; farklı tiplerde bağlarla, pek çok farklı yöntemle, birçok tipte atomla birleşmeye isteklidir. Azot, proteinlerin şaşırtıcı değişimlerinin sebebidir ve yaşayan moleküllere bireyselliğin ve esnekliğin çoğunu verir. Partiyi azot neşelendirir.”
Thomas Hager, Havadaki Simya adlı kitabının girişinde azotu bu havalı, kışkırtıcı sözlerle sahneye davet ediyor. “Salon, özellikle de en tepedeki koltuklar rahatsız edici derecede sıcak. Zarif elbiseli kadınlar yelpazelerini açmaya başladılar. Resmî gece kıyafetleri içindeki erkekler ise yanlarındakilere mırıldanarak bunun uzun bir akşam olacağını söylüyor.” 1898 yılında İngiltere’nin Bristol kentindeki bir konser salonundayız. Maalesef bu eğlenceli bir parti değil.
Britanya Bilimler Akademisi’nin başkanı Sir William Crookes kürsüye çıkıp “araştırmalarının, insanların 1930’lu yıllarda kitleler hâlinde açlıktan ölmeye başlayacağını öngördüğünü,” söylüyor. Verimi düşen tarım alanları artan dünya nüfusunu beslemeye yetmeyecek. “Tek çözüm dünyanın muazzam azot rezervi olan atmosferden sentetik gübre, bağlı azot yapacak bir yol bulmak.” Bu “bir ölüm kalım meselesi.”
DÜNYANIN UÇLARI
Thomas Hager’in azot için kullandığı “farklı tiplerde bağlarla, pek çok farklı yöntemle, birçok atomla birleşmeye isteklidir,” tanımı âdeta kitabın özünü yansıtıyor. Yazar kurduğu farklı bağlarla bizi “dünyanın uçlarında” dolaştırıyor; Bristol’den, Çin’e, Hindistan’dan Güney Amerika’ya götürüyor, zamanda sıçramalar yapıp Çin tuzuyla (potasyum nitrat) tanıştırıyor, havai fişeğin keşfini, ilk top ve tüfeğin icadını, güherçileden (taş tuzu) barut yapımını gösteriyor. Azotun şaşırtıcı değişimini taklit ederek aniden soruyor yazar: “Barutun ürün yetiştirmekle ne ilgisi var?”
Havadaki Simya kitabında Thomas Hager’in, okurun zihnini kurcalayan soruları önce kendisinin merak edip titizlikle araştırdığı âşikar. Bilim tarihini ne denli içselleştirdiğini araştırma sonuçlarını okura aktarma ustalığından anlıyoruz. Referans kaynaklardan edindiği en ilgisiz görünen bilgileri özümseyip aralarında muhteşem bağlar kurmuş. Üniversite kütüphanelerinden, ünlü kimya şirketlerinin arşivlerinden, müzelerden, bilim akademilerinden, arşiv merkezlerinden, Peru ve Şili’deki tarihî ve antropolojik müzelerden, destek aldığı tarihçi ve bilim insanlarından edindiği bilgileri öyle ustaca harmanlamış ki kitap bir çırpıda öylece yazılıvermiş gibi akıyor.
İlk olarak Tarapaca bölgesinde Darwin’in seyahat notları açılıyor önümüze. “Burası bugüne kadar gördüğüm ilk gerçek çöl (kelimenin tam anlamıyla).” Mars’ın yüzeyi kadar çorak olan bu yaşamsız geniş alanda fazla oyalanmadan Peru’nun Pisco kıyılarındaki Chincha Adaları’na ulaşıyoruz. Gübre ve patlayıcı yapımında kullanılan güherçile kölelerinin cehennemi burası. “… çoğu yarı çıplak, başları ve ağızları paçavralarla sarılı. Derileri toz yüzünden bembeyaz.” Chinchalar’ın gayrimenkul değeri dünyanın en iyi gübresi guano sayesinde hızla yükselirken, İngiltere’ye ilk guano yüklü gemiyle yanaşıyoruz. “Southampton halkı koku yüzünden tepelere koşuyor.” Avrupa ve Birleşik Devletler’e satılan guano bittiğinde Chinchalar yine kuşlara kalıyor.
Peru’nun guano rezervleri tükenince gözümüzü yine Tarapaca’daki Atacama çöllerine çeviriyoruz. Darwin’in “miktarı muazzam” diye yazdığı Atacama nitratı hem daha iyi ekinler yetiştirmek hem de daha iyi patlayıcılar yapmak için önem kazanıyor. Çünkü “… bir kimyager yalnızca düşük kalitede patlayıcılar yapmaya yarayan Güney Amerika nitratını üst kalite barut için dünyadaki en önemli bileşene, gerçek güherçileye nasıl dönüştüreceğini buldu.” Böylece zenginleşme sırası Peru’dan Şili’ye geçti. Atacama’da “kıyı şeridi boyunca mantar gibi çoğalan nitrat limanlarının nüfusu; tedarikçiler, satıcılar, komisyoncular, fahişeler, Britanyalı iş adamları, Alman mühendisler, Fransız gemiciler ve Amerikalı maceracılardan oluşuyordu.”
Atacama nitratının yükselişi Bolivya ve Peru’nun iştahını kabarttı. Bu iki ülke arasındaki gizli anlaşma Bolivya diktatörü Daza’nın hırslarını alevlendirince Şili’ye savaş açmak kaçınılmaz oldu. “Denizde yapılan bir çöl savaşıydı” bu. Thomas Hager, 1879’daki nitrat savaşını müthiş bir ustalıkla anlatıyor. Donanmalar arasındaki güç mücadelesini soluksuz takip ediyoruz. Sahneler öyle canlı, duygular öyle gerçek ki Şili’nin ulusal kahramanı Arturo Prat bugün hâlâ Havadaki Simya sayfalarında onurla yaşamaya devam ediyor.
“Nitrat, Şili’nin modern dünyaya giriş ücretini öderken,” biz Şilili büyük şair Pablo Neruda’ya nitrat tarlalarında ve limanlarda rastlıyoruz. “Kalpleri şişmiş çöl yaratıkları” örgütlenmeye, gezip şarkılar söylemeye, tesis hayatını hicveden radikal tiyatro grupları kurmaya başladığında politik eylemlilikten haberdar oluyoruz. Atacama çöllerinde çalışan işçilerle kıyılarda ticaret yapanların yaşamlarındaki farka şahidiz. Ufak grevler, protestolar, barışçı bir eylem olarak başlayıp dünya işçi tarihinin en ölümlü olayı olarak biten 1907 Iquique yürüyüşüne katılıyoruz. Kölelik, halkın sömürülmesi ve adaletsizlikle zenginleşen Şili’de “işçiler bilmiyordu, şirket sahipleri bilmiyordu, hükümet liderleri bilmiyordu ancak Şili nitratının altın çağı sona yaklaşıyordu. … Şili nitratını bitiren kıtlık değil bolluk oldu.”
FELSEFE TAŞI
Kitabın ikinci kısmı Felsefe Taşı “Crookes’un korkunç uyarısı ve günümüzün küresel obezite salgını arasında, eşi benzeri görülmemiş öneme sahip bir keşifin hikayesi.” 1907’de “İşçiler Iquique içlerine yürürken dünyanın öbür ucunda bir Alman mühendis öfkesini otuz yıl içinde Şili’deki tüm nitrat endüstrisini bitirecek bir makineyi mükemmelleştirmeye yöneltiyordu.” Fritz Haber’in öfkesi Almanya’nın en iyi araştırmacılarından Nernst’le yaşadığı anlaşmazlıktan kaynaklanıyordu. “Amonyağın yapısına ilişkin birkaç veriyle ilgili ufak bir mesele gibi görünen” anlaşmazlık “daha fazla para, daha fazla ün, daha fazla saygı” isteyen Haber için hakaret gibiydi. “Durumun böyle kalmasına dayanamazdı. Kendini yeniden amonyak çalışmalarına verdi.”
Felsefe Taşı’nda dünyanın uçlarında değil, Avrupalı kimyagerler arasındayız. Kimyasal elementler, formüller, bilimsel çalışmalar ve bilim insanlarıyla kuşatılıyoruz. Neyse ki biz içinde kaybolup gitmeden saf bilgiyi altına dönüştürüyor Thomas Hager. Âşina olmadığımız konuları bile keyifle okutan bir atmosfer yaratıyor. Fritz Faber ile Nernst arasındaki anlaşmazlıktan bahsederken amonyağın formülü hatırlatıyor hissettirmeden: Bir azot atomu ile üç hidrojen atomunun birleşmesinden oluşan basit bir madde. Azot yine partide.
Fritz Haber azotla ilgili çalışmalarını sürdürürken, BASF firması yirminci yüzyılın sanayi devriminin ArGe ile gerçekleşeceğine inanan Brunck’un liderliğinde, sentetik gübre üretiminde ilk olmanın yollarını araştırıyordu. Amonyak yapımındaki yeni ilerlemelerini anlattığı mektubundan sonra Fritz Haber’in araştırmalarını desteklemeye karar verdiler. Buluş gerçekleşirse tüm patent hakları BASF’de olacak, şirketin izni olmadan bulgular yayımlanmayacaktı. Kontrat imzalandıktan bir yıl sonra, Mart 1909’da, Fritz Haber yüksek basınçlı amonyak üretim cihazını geliştirdi. “Brunck, son sekiz yıldır BASF’de azot kimyası üzerinde çalışmakta olan Bosch’a döndü ve ne düşündüğünü sordu.” “Haber’in küçük deneysel cihazını tam boy endüstriyel bir makineye dönüştürmek milyonlar tutardı. Başarısızlığa uğrama ihtimali çok yüksekti.” Ancak “Bosch evlenmişti ve çocuk sahibi olmuştu. Damgasını vuracak, geleceğini garanti edecek bir şeye ihtiyacı vardı.” Bosch Haber’in makinesine baktı. Patronlarına “Bence bu riske girmeliyiz,” dedi.
Felsefe Taşı, bilimsel araştırmalar ve endüstriyel yatırımlardan çok daha fazlasını içeriyor. Bilim insanlarının hırsları, azimleri, olmayanı oldurma inatları, bakış açısını değiştirip defalarca denemeleri üstüne müthiş örnekler sunuyor. İyi ekip kuran, takım çalışmasını destekleyen, risk alıp yönetmesini bilen, ufku geniş liderlerle tanışıyoruz. Para hırsıyla, başarı tutkusuyla dönüşümlerine de şahit oluyoruz. Dönüşümün ilk durağı I. Dünya Savaşı. BASF, savaşı fırsata çevirip fabrika yatırım desteği almak için amonyağı dönüştürerek silah piyasasının kapılarını açmaya karar veriyor. “İnsanları besleyebilmek için zorlu ve uzun bir çalışma yapmışlardı; şimdi aynı teknoloji onları öldürmek için kullanılacaktı.” Şirket yönetimindeki Bosch olan bitene “kirli işler” demekten fazlasını yapmadı. Haber – Bosch sistemiyle Oppau ve Leuna’da kurduğu fabrika şehirleri ayakta tutma ve büyütme fikrine saplanıp kaldı. Fritz Haber ise ülkesine her şart altında hizmete hazır ateşli bir vatansever ve Alman askeriydi. Öyle ki savaş suçu sayılmasına rağmen Almanya’nın galibiyeti için gaz silahı geliştirip kullanmakta hiç tereddüt etmeyecekti.
SENTEZ
Kitabın üçüncü kısmı Sentez’de, insanlığın yıkımıyla yüzleşiyoruz. Hesaplaşma vakti geliyor. Fritz Haber ve Carl Bosch’un hayatlarını, başarı ve başarısızlıklarını, hırslarını ve zaaflarını okurken bilim dünyasında, rekabetçi iş piyasalarında, ekonomik krizlerde, I. ve II. Dünya Savaşlarında âdeta soluksuz kalıyoruz. Dünyanın gidişatını etkileyen bilimsel buluşların arka planını, bilim ve iktidar ilişkilerini öğrenirken siperlerde gaz bulutuyla boğulan askerler gibiyiz.
Sentez’de Fritz Haber’in askerî kimliğiyle tanışıyor, rütbesi yükselirken zaaflarına yenik düştüğünü görüyoruz. “Haber mükemmel Alman’a dönüşümünü tamamlıyordu: militarist, kayzer taraftarı, kalın enseli Prusya tipi vatansever.” Kayzer İkinci Wilhelm’in onayını almak için sıkı çalışıyordu. “Tek kişilik bir askerî-endüstriyel tesisti.” Yahudi nüfusunun Almanya için savaşma isteğiyle Haber’in hırsı aynı zaaftan kaynaklanıyordu. “Kayzerleri için savaşınca Alman olarak değerlerini kanıtlayacaklarını düşünüyorlardı.” Haber, aynı dürtüyle kendini ispatlamaya çalıştı ve bilimsel dehasını Almanya’nın zaferine adadı. Oysa kimya doktorası yapmış, alanında hırslı, parlak ve tutkulu karısı Clara’nın bir arkadaşına yazdığı mektupta içini döktüğü gibi “Üstün zekâ bir insanı diğerlerinden daha değerli yapmaya yetiyor mu?…”
Carl Bosch ise Haber-Bosch teknolojisiyle kurduğu Oppau ve Leuna fabrikalarında amonyak ve gübre üretimine devam ediyor, gerektiğinde tesisleri patlayıcılar için hammadde yapmak üzere kolayca değiştirmekten çekinmiyordu. Hayatını fabrika şehirlerinin ayakta kalmasına ve büyümesine adamıştı. “BASF ile yaşıyor, BASF ile nefes alıp veriyordu.” I. Dünya Savaşı sonrası “kimyasal silahsızlanma” için yapılan çağrı uyarınca müttefiklerin fabrikalarına gönderdiği denetçiler her yeri sardığında endüstriyel sırları ifşa etmemek için akla gelen tüm tedbirleri aldı. “Denetçiler bir binaya geldiklerinde ihtiyaçları olan seyyar merdivenlerin gizemli bir şekilde kaybolduğunu gördüler.” Denetimler sırasında üretimi durdurdu. “BASF’nin para kazanmaya ve işçilerini çalıştırmaya ihtiyacı vardı. Bosch her hafta onbinlerce mark zarar etse de çalışanlarını işte tuttu, bir tahmine göre zarar yalnızca 1919’un ilk dört ayında yirmibeş milyon marktan fazlaydı. Ancak bu, teknolojinin kendisini kaybetmekten daha iyiydi.”
BASF’nin başındaki Carl Bosch için insanları yönetmek bir makineyi çalıştırmaktan çok daha zordu. Leuna’da “verim uzmanları” tarafından gözetlenmeye karşı çıkan işçilerin neden biraz daha minnettar olamadığını düşünüyordu. “Kendini bir kurtarıcı değilse bile, en azından Leuna’da mükemmel bir makine, binlerce insana istihdam yaratan ve Alman ekonomisinin sağlıklı ilerlemesine yardım eden devasa bir mekanizma inşa eden sorumlu bir işadamı olarak görüyordu.” 1921’de Oppau’daki “mükemmel makinesi raydan çıkarak ona ve işçilerine ihanet etti.” “Patlamada 561 işçi öldü, 1700’ü yaralandı, 7000 civarı evsiz kaldı.” “Bosch sarsılmıştı ancak bunu sakladı.”
Carl Bosch kurduğu tesisleri ayakta tutmak ve genişletmek için takıntılı hâlde yeni projelere finansman desteği sağlamaya çalıştı. Almanya’nın en büyük boya ve kimya firmalarının araştırma ve satış çabalarını koordine etmek için yaratılan “fayda topluluğu” Farben’in kuruluşuna öncülük ederken aklında sentetik benzin araştırmaları için gerekli yatırım desteğini sağlamak vardı. Farben 1925’teki kuruluşunda bile “Avrupa’nın en büyük şirketi, dünyanın en büyük kimya şirketi ve işçi sayısı ölçüldüğünde dünyanın en büyük üçüncü şirketiydi.” Bosch şirketin direktörü oldu ve sentetik benzin araştırmaları için gerekli kaynağı sağlaması kolaylaştı. Tam destek 1933’te Adolf Hitler’den geldi. Alman halkı için Alman “halk arabalarını” (Volkswagen), yüksek hızlı Alman otoyollarında (Autobahn) sürdüğü bir gelecek öngören Hitler, Farben’de üretilecek her bir galon sentetik yakıtı üretim masraflarını karşılayabilecek bir fiyata (serbest piyasada satılanın üzerinde) satın alacağını garanti etti. Karşılığında, Naziler Farben’den tesisi genişletip üretimi artırmalarını istedi. Alabilecekleri tüm benzini istiyorlardı. Hitler’in bu konuda planları vardı.
Fritz Haber ve Carl Bosch’un insanları yaşatmak için kurdukları Haber-Bosch sistemi, buluşları, endüstriyel makineleri kendileriyle hesaplaşmalarını gerektiren yollara saptı. “Hayatımın sonunda kendimi iflas etmiş buldum,” dedi Haber. Bosch ise 1932’de Hitler iktidara gelmeden önce şöyle demişti: “Kendime sık sık acaba başaramasaydık daha mı iyi olurdu, diye soruyorum. Savaş muhtemelen daha az sefaletle ve daha iyi şartlarla, daha çabuk biterdi. Beyler, bu soruların hepsi gereksiz. Bilim ve teknolojideki ilerleme durdurulamaz. Bunlar pek çok açıdan sanata benzer. Bu iş için doğmuş insanlar mutlaka harekete geçecektir. Kimse onları durduramaz.”
Thomas Hager Havadaki Simya’yı Fritz Haber ve Carl Bosch’un karamsarlıkları içinde bitirmiyor. Dünya denen büyük makinenin kurcalamamızın sonuçlarını anlamak zorunda olduğumuzu hatırlatıyor. İnsanları yaşatmak için kurulan sistemlerin doğal döngüleri tehdit etmediğinden emin olmamız gerektiğini söylerken geleceğin Fritz Haber’i, geleceğin Carl Bosch’unu mücadeleye davet ediyor.
Havadaki Simya muhteşem bir şölen. Ayrıntılı bilim tarihi araştırmaları, biyografik alıntılar, bilimsel, endüstriyel, politik ve ekonomik gelişmeler öyle bağlantılı ve anlaşılır ki, kitap öyle dolu ki bittiğinde tek düşünebildiğiniz kimlere tavsiye edeceğiniz oluyor. Eminim tavsiye listeniz uzun olacak.
Thomas Hager’in bilim dünyasıyla bizi tanıştıran Pan Yayıncılık’a ve çevirmen Burhan Yüksekkaş’a teşekkürler…
Ebru Elbaşıoğlu, jurnaltr.com, 26 Eylül 2020