Halk Musıkisinin Sözlüğü

 

   Melih Duygulu'nun Türk Halk Müziği Sözlüğü 2014'te çıkmıştı. Bu sözlüğü o günlerde baştan sona okuduğum, hakkında bir tanıtma yazısı da yayımlamak istediğim, hattâ notlar aldığım halde, araya giren başka uğraşlar, başka yazılar yüzünden o yazıyı bir türlü yazamamıştım. Sonunda, bu değerli sözlük hakkında gecikmeli olarak yazmayı hiçbir şey yazmamış olmaya yeğ gördüm.

   Halk musıkisi terimleri konusundaki eksiklik nice yıllardır kendini duyuruyordu. Melih Duygulu'nun sözlüğü "büyük bir boşluğu dolduruyor" yollu bir söz söylemeyeceğim. Bu söz pek basmakalıp olduğu için değil. Sözlük, boşluğu doldurmanın çok üstüne çıkıyor çünkü. "Bir boşluğu dolduran" kitaplar ufukta görünen bir beklentiyi karşılar, şunlar şunlar hakkında bildiklerimiz az, birileri çıkıp bir kitap yazsa beklentisidir bu. Gerçi Melih Duygulu bu beklentiyi de karşılıyor, ama hiç duymadığımız, beklemediğimiz terimleri de tanıtıyor, öğretiyor, söz dağarcığımıza kazandırıyor.    

   Türkçede halk musıkisi terimleri sözlüğü deyince, akla gelen belli başlı üç sözlük var: Mahmut Ragıp Gazimihal'in 1961'de çıkan Musıki Sözlüğü (1961), Şenel Önaldı'nın Türk Halk Musıkisi Ansiklopedisi (1977), Mehmet Özbek'in Türk Halk Müziği El kitabı I: Terimler Sözlüğü (1998). Bir de, Anadolu yörelerinden derlenmiş, halk musıkisi terimlerine yer veren, başta TDK'nın Derleme Sözlüğü (1962-1982) olmak üzere çeşitli derleme çalışmaları var. Bunlardan Gazimihal'inki halk musıkisi terimlerinin küçük bir bölümüne yer veren, daha çok bir batı musıkisi terimleri sözlüğüdür. Ama onun çeşitli kitaplarında, makalelerinde bir yığın terim kullanılmıştır. Adı geçen kaynaklar dışında, halk musıkisi konulu birçok metne dağılmış terimler vardır; ama bu metinlerin pek çoğunda, kullanılan terimlerin ne anlama geldiği açıklanmaz; bazı terimlerin de açık seçik bir biçimde kullanılmadığını görür, terimlerin ne anlama geldiğini iyice kavrayamadan, cümlenin gelişinden çıkarmak zorunda kalırız.

   Melih Duygulu bu gibi, anlamları gölgede kalan terimleri anlayabileceğimiz bir açıklıkta tanımlıyor. Ama dahası var; hiçbir metinde geçmeyen terimlere madde başı olarak yer veriyor. Sözlükte yer alan terimler şu iki küme altında toplanıyor: doğrudan doğruya Melih Duygulu'nun alan araştırmalarıyla derlediği terimler, kavramlar, deyimler. Sözlüğün büyük bir bölümü bu kümeye giriyor. İkinci kümede yer alanlar ise, çeşitli metinlerde geçen terimlerin anlamca sorgulanmasıyla verilen tanımlardır. Bu düzlemde, yazılı kaynaklarda geçen terimlerin anlamları aynı terimlerin alan araştırmalarında yararlanılan kaynak kişilerin kullandıkları anlamlarla karşılaştırılmış, madde başı terimin tanımı bu şekilde takviye edilmiş. Bir terimin bir metindeki anlamıyla alan çalışması sırasında öğrenilen anlamı arasında herhangi bir farklılık görüldüğünde, hem metindeki anlama, hem de kaynak kişinin kullandığı anlama yer verilmiş. Gene bu çerçeveye giren, yazılı kaynaklardan alınan terimlerin tanımındaki eksiklerin tamamlandığı maddeler.

   Alan çalışmasıyla halktan derlenen terimlerin kullanıldığı iller, ilçeler her maddede belirtiliyor. Başka sözlüklerde, başka metinlerde yer alan terimlerde, bu terimleri kullanan yazarlar mutlaka anılıyor. Başka metinlerde geçen terimlerin anlamları şiir dizesi, tekerleme, atasözü gibi örnek cümlelerle somutlaştırılıyor. Aynı uygulamayı yazarın derlediği terimlerde de görüyoruz; her maddedeki tanım örnek cümlelerle besleniyor. Tanımlara şiir dizesi, atasözü, tekerleme gibi örnek kullanımlar eklenmesi modern sözlüklerde gördüğümüz çok faydalı bir uygulama. Terimler, kelimeler yerel ağızda nasıl söyleniyorsa, o seslerle verilmiş; aynı kelimenin değişik yazımları da madde başı olarak gösterilmiş. Terimlerin kökeni konusuna girilmemiş olması yerinde bir karar. Çünkü etimologya başka bir uzmanlığın konusudur. Kaldı ki, halk musıkisi terimlerinin kökeni değil, Türkçe konuşan halk kesiminin musıkisine mal olması, Türkçeleşmiş olması önemlidir.      

   Tanıttığı yeni terimlerle çok değerli bir sözlük bu. Otuz yıllık bir emeğin ürünü. Sözlük maddelerini okudukça halk musıkisi terimlerinin, Anadolu musıkisine özgü söz kalıplarının, deyimlerin sanılandan çok daha zengin olduğunu görüyoruz. Bu çalışma sadece bir terimler sözlüğü değil, bir ansiklopedik sözlük. Böyle sözlüklerde her madde uzun uzadıya, ayrıntılarıyla açıklanır. Maddelerin birbirinden farklı uzunlukta olması yadırganmamalı. Madde başı olan konu hakkında ne kadar faydalı bilgi edinilmişse, herhangi bir kısıntıya gidilmeden, o kadar bilgi verilir. İğneyle kuyu kazılan alan çalışmalarıyla elde edilen her bilgi değerli. Melih Duygulu doğrudan doğruya teknik nitelikteki terimler dışında, o terimin geçtiği söz kalıpları ile deyimleri de sözlüğüne almış. Diyebiliriz ki, yazarımız bütün bir halk musıkisi dilinin kapsama alanına girmek istemiş. Sadece musıki dili için değil, genel olarak Türk dili açısından da değer taşıyan bir verim elde etmiş. Çünkü nice teknik terimin yanıbaşında, o teknik zemindeki kullanımın uzantıları olan, bazıları ortak dile de yarayabilecek nice söz kalıbını, deyimi öğrenmiş oluyoruz.

   Fakat sözlük tekniği bakımından bir sorum var bu noktada. Ben burada, başlıbaşına bir teknik terim değeri taşımayan, bir teknik terime bağlı olarak dile giren kalıp sözlerin, deyimlerin madde başı olmasına takıldım. Örneğin, "ayak" terimi bir ana madde, ama bu kelimenin geçtiği sözler ("ayak açma", "ayak alma" gibi) birer alt kademe sözü olarak verilebilir, "ayağa almak" maddesinin "ayak"tan önce gelmesi önlenebilirdi. "Hava", "makam", "divan" "mâni", "saz", "türkü", "tel", "kerem", "kesik", "perde", "nöbet", "zil", "zeybek" gibi daha pek çok madde başının altında, ana maddeye bağlı olan, ikincil maddeler olarak açıklanabilirdi. Sözlüğe bakmayı kolaylaştırırdı bu. Bir başka örnek: "Adam amanlı maniler" hakkında bilgi edinmek için A harfine bakmayı aklımıza getirmeyiz; bu bilgiyi "mâni" maddesinde ararız. Aynı şekilde, "kaba zurna"yı K harfinde değil, "zurna" maddesinin altında ararız. Bu ikincil maddeler yazıda puntoyu küçültüp paragrafı biraz içeri çekerek yazılabilirdi. TDK'nin yayımladığı zengin bir sözlük olan dört ciltlik Örnekleriyle Türkçe Sözlük (1995-1996) bu düzenin iyi bir örneğidir. Bundan başka, gündelik dilde yaygınlaşmış olan bazı kelimelerin musıki diline özgü kelimeler mi olduğunu sorabiliriz. Bu durum, mırıldanmak, zırıldamak, çınlamak, bangır bangır, boğuk, reçine gibi kelimelerin; teller inlemek, kulak vermek gibi sözlerin madde başı olması bunların halk musıkisinden ortak dile geçtiği izlenimi uyandırır. Devenin acı acı bağırması anlamına gelen "bozulamak" kelimesinin madde başı olmasına anlam veremiyoruz; "bozuk" sazının adı bu kelimeden geliyorsa, bu kelimenin "bozuk" maddesi içinde verilmesi yeterli olurdu. Ama "zurnanın zırt dediği yer", "sepet havası", "kalk git havası", "şıkırdım havası" gibi deyimler farklı; bu eğlendirici deyimler musıkiden çıkmıştır.                

   Tek tek maddelerin düşündürdüklerine geçiyorum. Birkaç yerine takıldım. Önce arayıp da bulamadıklarımı söyleyeyim. Her iyi eserin eksiği gediği bulunabilir. Sözlükte önemli bir terimi bulamadım: yağmur duası. Oysa Anadolu folklorunda pek yaygın olan, bugün bile yaşayan bir gelenek, bir ezgi türüdür yağmur duası. "Mandra" da yok. "Zurna" maddesinde "cura zurna"ya "bkz" göndermesi var, ama cura zurna madde başı değil; ikincil maddeler ana maddenin altında verilseydi, unutulmazdı. Sözlükte bulamadığımız bir madde de, bir tarihî saz: kolca kopuz. Mahmut Ragıp Gazimihal'in Türkiye-Avrupa Musıki Münasebetleri ile Ülkelerde Kopuz ve Tezeneli Sazlarımız'da önemle üzerinde durduğu, Dede Korkut destanlarında gördüğünü söylediği, Avrupa dillerine colachon, colascio, colascione gibi yazımlarla geçip izini bırakmış bir saz bu.    

   Birçok halk musıkisi terimi ve sözü kullanıldığı yörede nasıl telaffuz ediliyorsa sözlükte o yazımla verilmiş, aynı kelimenin başka yörelerdeki telaffuzu da parantez içinde verilmiş; elbette olumlu bir tercih bu. Fakat bazı kelimelerin imlası bunları yanlış okutuyor. "Kafiye", "kaide" kelimelerinde a; nakkare, mekamet (makamat, makam, magam), kelimelerindeki ikinci a sesleri uzundur, ama üstlerine şapka (^) işareti konamaz; konursa, önlerindeki kaf sesini kef sesine, yani ince sese çevirir; oysa bunlar kalındır burada. Aynı şekilde "kemâne" maddesinde geçen, Kuloğlu'nun dörtlüğündeki "kaamet" diye telaffuz edilen "kamet" kelimesi; musıki terimi olmayan "galip" için de geçerli, bu iki kelimede kullanılan a seslerinin de üstüne şapka konamaz. TDK'nin inceltme işlemi ile uzatma işlemini aynı işarete bağlaması birçok kimseyi yanıltıyor.

   "Ayak" maddesinde ve daha birçok yerde kullanılan "dizge" teriminin anlamını iyice kavrayamıyoruz. Bu maddede şöyle denmiş: "Ses dizgesi. Ayak teriminin bu anlamı gelenekte var olmayıp 1950'li yıllarda Muzaffer Sarısözen tarafından orta atılan..." Ayak teriminin söz konusu anlamı Sarısözen'in türetmesidir denmiş, peki ama "dizge" ne demek? "Hicaz" maddesinde "Artmış ikili aralığının kullanıldığı ses dizgesine sahip olan..." "Şirvan" maddesinde de, "içerdiği ses dizgesi..." sözleri geçiyor. Dizge, başka maddelerde de bir terim olarak kullanıldığı halde, sözlükte bir madde başı olarak yer almamış, açıklanmamış. Bu kelime 1970'lerde TDK'de "sistem" karşılığında türetilmişti, öztürkçeci yazarların dizgeyi sistem karşılığında kullandıkları sayısız metin vardır. Ama burada "sistem" anlamına oturmuyor; daha çok "üçlü, dörtlü, beşli ses birleşimleri, yani çeşniler" anlamına yakın.      

   Kimi kavramların halk musıkisi kültüründe yöreden yöreye değişebilen terimleri olabiliyor. Fakat musıkinin temel öğelerinden biri olan "ritim"in Türkçesi olan "düzüm"ün birçok beldede kullanılmış olduğunu sanırdım. Sözlükte "Vuruş, davulun tokmak ve çubuk vurguları"[1] diye açıklanan düzüm sadece davul çalmaya ve Kırıkkale-Keskin yöresine özgü bir terim olarak görünüyor. Bu terim sadece bir beldeye mi özgü acaba? Sadettin Arel düzüm terimini fasıl musıkisinde, eskimiş "î'kaa" yerine kullanırdı. Arel Türkçe düzümü halk musıkisinden almış olmalıydı. Adnan Saygun tartım terimiyle karşılamıştı aynı kavramı. Aksak Tartılar Üzerine On Etüd adı altında topladığı besteleri var. Tartım terimini halk musıkisinden mi almış, yoksa türetmiş miydi, bilemiyorum. Sözlükte "tartım" maddesi yok, halk arasında kullanılmamış mı acaba? Melih Duygulu birçok tanımda "tartım" terimini kullandığı halde, bu terim madde başı değil.  

   Belirli ritim kalıplarının birleşmesiyle elde edilen bileşik ritimler demek olan usûl sözlükte bir madde başı. Melih Duygulu'nun da belirttiği gibi, usûl terimi halk arasında yaygın değildir; halk musıkisine şehir musıkisinden yahut meslekten musıkiciler eliyle girmiş olsa gerek. "Ölçü" terimi de çok yeni bir terim.  

   "Ayak" teriminin on bir anlamından biri ritim karşılığı. Aslında "ayak" ritim kavramına çok uygun bir kelime. Ama bu terim Muzaffer Sarısözen'in halk musıkisindeki "makam" karşılığında uydurduğu, dolayısıyla bu anlamın gölgesinde kalmış bir kelime. Ritim gibi bir temel öğenin belli başlı, tek bir karşılığı olması gerekir.    

     Fasıl musıkisi ile uğraşanlar "tempo" terimi için "gider"i kullanırlar. Güzel bir Türkçe terimdir. Aynı kelime halk musıkisinde de kullanılıyormuş. Bu kelime belki de halk musıkisinden şehir musıkisine geçmiştir. "Hız" ile "çap" da "gider"le anlamdaş. Sözlükte geçen "giderinde çalmak", "giderine vurmak", "giderli" hoş deyimler. "Gider"in çeşitli derecelerini yansıtan   "yavaş", "engin", "ağır", "orta", "yeğin", "yelleme", "yürütme", "hızlı", "daha hızlı", "yürük" (demek, bu terim halk musıkisinde de kullanılıyor), "oynak" ayrımlarının gözetilmesi halk musıkisi dilinin zenginliklerinden. Amasya, Çorum, Sivas illerine özgü "tezce" de bir tempo terimi sayılabilir herhalde.  

   Sözlükte dikkatimi çeken özel terimlerden biri de, yazarın derlediği "kapalı perde". Şöyle tanımlanmış: "Bağlamalarda esas sesleri oluşturan tam perdelerin dışında, mikro tonları ifade eden perdeler." (s. 264). İncesaz musıkisinde kullanılan bir perdeyi, "kapalı neva" perdesini hatırlatıyor bu terim. Bestenigâr makamında, nota yazımında neva perdesinden dört koma pest olan hicaz perdesi bu makamın uygulanışında neva perdesinden iki koma daha pest olarak seslendirilen sese "kapalı neva" derler. İki musıkinin ilginç bir kesişme noktası oluyor "kapalı perde".          

     Gündelik dildeki anlamıyla pek çok kimsenin kullandığı ama halk musıkisindeki anlamını ancak uzmanların bildiği "nanay", "nanay havası" sözlükte açıklanan terimlerden biri. Bu terim Kars, Ardahan, Iğdır yöresinde kullanılıyormuş. O yörenin ezgilerinin bağlantı yerlerinde geçen "nanay nay nanay" ünlemi dolayısıyla bu ad verilmiş söz konusu ezgilere. Bir de bazı türkülerin bağlantı yerlerinde geçen "Oy nana nana" tekerlemesi vardır, acaba aynı ünlem mi? Bu maddeyi okurken "şinanay" geldi aklıma. Acaba bu söz "leylim leylim..." yahut "lay lay lay" gibi, başlıbaşına bir anlamı olmayan, sadece neşeyi dile getiren bir söz mü, yoksa "nanay"la da bir bağlantısı var mıdır? Gene bir ünlem: heyemola. Gemici türkülerinde geçen bu ünlem sözlükte yer almıyor.  

   "Çengi", malum, hem kadınların oynadığı bir raks, hem de doğrudan doğruya kadın oyuncunun kendisidir. Sözlükte bu terimin kökeni hakkında kesin bilgi bulunmadığı belirtiliyor. Okuduklarımın uyandırdığı izlenime göre, nasıl udî, tanburî kelimelerindeki nisbet î'si o sazları çalanları belirtiyorsa, çengî de çeng sazını çalan kişiyi belirtir. Nitekim, çengî sıfatlı musıkişinaslar vardır tarihte. Batı dillerinde bir üflemeli saz olan "trumpet" bir anlam kaymasıyla Türkçede nasıl "küçük davul"; boru çalan anlamına gelen "boruzen" de "borazan" olup çıkmışsa, çengî de benzer bir anlam kaymasıyla çeng sazı eşliğinde oynayan kadın anlamına gelmiş. Çünkü Istanbul'da bu sazı çalanlar, özellikle onbeşinci, onaltıncı yüzyıllarda, çoğu çingene olan çingene kadınlardı.          

   Sözlüğün çok önemli bulduğum yönlerinden biri, halk musıkisi terimlerinin taşıdığı anlamların "incesaz musıkisi"nin terimlerine indirgenmemesi, aralarındaki önemli farklılıklara dikkat çekilmesi, kimi terimlerin ("makam" gibi) her iki musıkide de kullanılmakla birlikte içeriklerinin aynı olmadığının belirtilmesidir. Melih Duygulu aynı dikkati, şehir musıkisi ile köy musıkisinin dilini ayırt etmekte de gösteriyor. Çünkü biliyoruz ki, bazı kimseler ideolojik sebeplerle halk musıkisini Osmanlı okumuş çevre musıkisinin "iptidai" bir biçimi saymakta sakınca görmemişlerdir. Oysa her iki musıkinin de birbirine indirgenemeyecek olan, özgün yönleri olduğu bir gerçektir.

   İşte bu doğru yaklaşımın bir ürünü olarak, sözlükte, halk musıkisi terimlerinin şehir musıkisi terimlerinden ayırt edilmesine özen gösterilmiş. Tabii, terimlerin bağdaştığı noktalar da ihmal edilmiyor. Sözlüğün önemli bir başarısı bu. "Semai", "peşrev", "seyir", "serhat türküsü", "fasıl", "hicaz" (makam adı) maddelerinde de, bu terimlerin şehirli musiki dilindeki anlamlarıyla gösterdiği farklılığa dikkat çekiliyor.

 Bazı örnekler daha çarpıcı. Melih Duygulu "beste" teriminin Anadolu'da kullanılmaya başlamasının elli altmış yıl öncesine gitmediğini yazıyor. Sonradan kullanıma giren anlamıyla da "beste", yepyeni bir musıki eseri değil, "gelenek haline gelmiş yöresel ezgi kalıplarının bir araya getirilmesiyle oluşan bütünleşmiş bir eser"dir. "Besteci" denen kişi de bu türden ezgi kalıplarını yeniden inşa eden, ayrıca bunlara söz giydiren biridir. "Besteleme"ye Anadolu dilinde en yakın duran kelime "yakmak" ("ağıt yakmak" sözünde olduğu gibi); sözlükten öğrendiğimize göre, "yakmak" doğaçlama olarak söylenen ezgiler için kullanılıyor; bir de, "düzme", "ezgi düzmek", "düzüp yakma", "ezgilendirme", "havalandırma" kelimelerini öğreniyoruz, ama bunlar da yepyeni bir eser ortaya koymak anlamına gelmiyor. Mehmet Özbek, "koşmak" ("türkü koşmak" gibi) kelimesinin de "bestelemek" anlamına geldiğini yazmış (s. 122). Sonuç olarak, "beste", "bestelemek", "besteci" kelimelerinin halk musıkisinde kullanılmamış olması, ancak son elli altmış yıl içinde bir ölçüde kullanılır olması son derece ilgi çekici. Osmanlı fasıl musıkisinde "tasnif" kelimesinin de "beste" anlamında kullanıldığını biliyoruz. Ama "beste" orada da çok eskilere dayanmıyor.    

   Bu terim üzerinde dururken Gültekin Oransay'ın "beste", "bestelemek", "besteci" için kullandığı, sırasıyla "bağda", "bağdamak", "bağdar" kelimeleri aklımıza gelebilir. Bu kelimelerin kaynağı nedir, TDK'nin Derleme Sözlüğü'nde de, başka herhangi bir yerde de bulamadım. Görünüşe göre, "bağlamak" mastarından geliyor, fakat bu anlamıyla nerede kullanılmıştır? Mehmet Özbek "bağlamak"ın bestelemek anlamına geldiğini yazıp geçmiş, örnek bir cümle, herhangi bir kaynak göstermeden. Herkesçe bilinen, segâh makamındaki Allı Yemeni türküsünde geçen bir dize vardır: "Ben gülü deste bağladım / Desteye beste bağladım". "Beste bağlamak"ın daha başka örnekleri de vardır belki. "Bağdamak" buna benzer kullanımlardan esinlenerek türetilmiş olabilir. Ama bu dizede "bağlamak" bir yardımcı fiildir. Türküdeki kullanım Farsça kökenli "beste"yi reddetmiyor, sadece Türkçe kelimeyle birleştiriyor.[2] Sonuç olarak, halk dilinde rastlanmayan bestelemek anlamındaki "bağlamak"ın, oradan türetilen "bağdama"nın bu sözlükte yer almasını bekleyemezdik. Sözlükte "deste bağlamak" maddesi var; birkaç bektaşi "nefes"inin birbirine bağlı olarak seslendirilmesi anlamına gelen bu deyimdeki "bağlama"nın beste ile hiçbir yakınlığı olmadığı açık.              

   Melih Duygulu'nun "musıki", "müzik" kelimelerinin halk dilinde başlıbaşına bir terim olarak bilinmediğini belirtmesi de dikkate değer bir konu. Bu terim karşılığında yöreye göre, "makam, hava, ezgi, kayda, gayda" kelimelerinin kullanılıyormuş. Aslında, musıki de, müzik de şehir musıkisinde de pek yaygın değildi; müzik, bu Fransızca kelime yirminci yüzyıldan önce zaten kullanılmıyordu, ilk kez İbrahim Alâattin Gövsa'nın Yeni Türk Lügati'nde (1930) yer bulmuş. Birçok kimsenin Arapça kökenli sandığı ama aslında eski Yunancadan gelen "musıki" (bu dildeki yazımıyla mousikē) ise, sadece yazı dilinde kullanılıyordu, gündelik dilde "musıki" yerine "saz", "çalgı", "şarkı türkü" "hava", "nağme" kelimeleri yaygındı. Gültekin Oransay Asya kökenli "küğ" kelimesini kullandı musıki karşılığında; elimizdeki sözlükten öğreniyoruz ki, Anadolu'da, Asya'dan göç eden bazı Türk topluluklarında kullanılan bu terim Türkiye'de halk musıkisi dilinde kullanılmıyor, yani tamamıyla ölü bir kelime. Gene Oransay'ın gam (Fransızca gamme) karşılığında, herhalde "aşmak" mastarından türettiği "aşıt" teriminin Maraş, Elbistan yöresinde bambaşka bir anlamda, en az bir buçuk ses (minör üçlü) aralığında hareket eden atlamalı sesler için kullanıldığını görüyoruz.  

   Şehirde yetişmiş olan meslekten halk musıkisi icracıları arasında küçümseyici bir anlamı olan "türkücü" kelimesinin Anadolu'da bu anlamda kullanılmadığını da öğreniyoruz sözlükten; sevindirici bir durum. Aynı şekilde, şehirlerin seçkinci çevrelerinde küçültücü bir anlamı olan "çalgıcı" kelimesi Anadolu dilinde nesnel bir anlamda kullanılıyor. Bu da sevindirici, çünkü hiçbir meslek küçümsenemez, saz çalan biri, sokak, meyhane çalgıcısı da olsa, küçümsenmemeli. Çalmak mastarının da bir sıra güzel türevi var; çalıcı (bu kelimeyi Evliya Çelebi de kullanır), "çalım", "çalımcı" gibi. Çalım, çalma biçimi, tekniği, tavrı anlamında kullanışlı, faydalı bir kelime, ne var ki, çalıcı gibi çalım da biraz "tembel", ama kullanıldıkça ortak dilde kolayca yaygınlaşabilecek bir kelime.  

     Bu kümeye giren terimlerin en önemlisi "makam". Halk dilindeki anlamları çok zengin. Ama bizi daha çok ilgilendirmesi gereken anlamının şehir musıkisi geleneğindeki anlamı ile karşılaştırılması. Sözlükte şöyle deniyor makam maddesinde:

            Ezgi içindeki özgün ses perdelerini ve ezgisel yürüyüşü (seyri) ifade eden bu terim, şehir kültürü içinde      yer etmiş makam anlayışıyla ve makamların yapısal karakterleriyle zaman zaman benzerlik gösterir.     Ancak, makama yüklenen anlam, makamların yapısal özellikleri ve makam kullanımıyla beraber gelişen üslup meselesini hesaba kattığımızda, her iki müzik kültüründe değişik biçimlerde karşımıza    çıkar. Özellikle temel makamların perdelerindeki bazı benzerlikler, makam teriminin orta payda    oluşturduğu kanaatini pekiştiriyorsa da seslerin işleniş biçimi       her iki müzik kültüründe farklıdır. Bu         bakımdan İç Asya'dan başlayıp Kuzey Afrika'ya kadar uzanan bölgede yaşayan halkların kullandıkları       makam terimi ve buna yüklenen anlam, hem Türkiye'deki şehirli makam geleneğinde hem de yerel            müzik kültürlerinde birçok farklılığı barındırır. (s. 317)      

  

   Makam teriminin anlamı konusundaki görüş ayrılıklarının daha çok ideolojik kaygılardan doğduğunu biliyoruz. Anadolu halk musıkisini fasıl musıkisinden büsbütün koparmak isteyenler halk musıkisinde makam yerine "ayak" terimini kullanmışlar; onların karşıtları da,   bu tutumu ters yüz ederek, "ayak"ın makamın disiplinsiz bir kullanımı olduğunu, bu iki terimin temelde aynı anlama geldiğini ileri sürmüşler, böylece makamın köy musıkisindeki içeriğini şehir musıkisindekine bağımlı kılmak istemişlerdir.

   Makam çok geniş bir coğrafyada geçerli olan, uluslararası bir terim, aynı zamanda bir uygulama. Ne var ki, makamın kuramsal tanımları bu geniş bölgedeki musıkinin icrasına uymaz; uygulamada birçok farklılık ortaya çıkar. Kısacası, makam uluslararası bir musıki kavramı olduğu halde, bu ortaklık icrada tam anlamıyla geçerli değildir, makamların yerel yönleri de vardır çünkü. Anadolu halk musıkisindeki makam uygulamaları ile "incesaz"daki uygulamasının farklılık göstermesini de böyle anlamak gerekir.

   Melih Duygulu makamın halk musıkisinin de bir gerçeği olduğunu kabul ediyor, ama haklı olarak, içeriğinin farklılık gösterdiğini de belirtiyor. Nitekim, Melih Duygulu'nun son çıkan kitabının adı Halk Müziği Makamları'dır (2018). Buradan anlaşıldığı gibi, halk musıkisinin de bir makam musıkisi olduğudur. Son yıllarda bazı çevreler yapaylığı artık fark edilen, özentili bir adlandırma olan "klasik Türk musıkisi", yahut "gazino musıkisi" ile özdeşlenen "Türk sanat müziği" yerine "makam musıkisi" adlandırmasını yaymaya çalışıyorlar. Anadolu halk musıkisi de çok büyük bir gelenek olan makam geleneğinin bir parçası olduğuna göre, bu sınırlandırıcı adlandırma şimdengerü hükmünü kaybediyor.            

   Türk Dil Kurumu'nun Anadolu halk ağızlarından derlenen sözleri Derleme Sözlüğü'nde bir araya getirmesinin en önemli amacı, yeni Türkçenin söz dağarcığının zenginleştirilmesinde, özellikle yeni terimler türetilmesi işinde, halk dilinden yararlanılmasıydı. Bu sözlükten alınan anlam birimlerinden yeni terimler türetilmiştir. Ne var ki, bu dağarcık Frenkçe musıki terimlerine Türkçe karşılık aranmasında pek etkili olmadı. Çünkü Derleme Sözlüğü'ne katkıda bulunanlar musıki yazarı olmadığı için musıki diline yarayacak sözlerin derlenmesine yeterince katkı sağlayamadılar. Gene de bazı yazarlarımız bu yolda emek harcamışlardır; bunlar arasında Mahmut Ragıp Gazimihal, Adnan Saygun, Sadettin Arel başta gelir. Pek çok kelime türeten Gültekin Oransay ile gene pek çok Türkçe terim kullanan Kemal İlerici'nin bu yöndeki çalışmaları özellikle anılmaya değer. Musıki dilinin kullanımında bir Türkçeci damar var. Cemil Demirsipahi, Feridun Darbaz, Mehmet Özbek gibi yazarların da bu damardan beslendiklerini görüyoruz.      

     TDK'nin söz derleme çalışmalarından bu yana halk musıkisi alanında pek çok kitap, makale, bilgi şöleni bildirisi yayımlandı. Şimdi sadece TDK'nin sözlüğünü değil, öteki bütün kaynakları da kullanarak bu konuya yeniden eğilebiliriz. Halk musıkisi dili gerçekten zengin. Musıki uygulamasının binbir yönünü dile getiren bir söz hazinesi var. Nice yüzyılların birikimi hem çok faydalı, hem de çok ilgi çekici sözler yaratmış. Şu terimlere bakar mısınız: "solak" (aynı ezginin değişik sözlerle söylenmesi, sözlükte geçen deyimle yeni "söz döşemek"), "teldeş" (sazlarda çift tellerin birbiriyle uyumlu olması), "açık aralık" (batı dillerindeki "augmented second" teriminin tercümesi olan "artık ikili"nin halk dilindeki dengi), "demkeş" (dem tutan zurnacı), "tellendirme" (sazlı yahut sözlü bir ezgiyi sadece sazla çalma).

   Her terim, her söz Anadolu'da aynı ölçüde yaygın değil. Birçoğu belli bir yöreye özgü. Daha yaygın olanlar daha kolay tutunabilir ortak dilde. Melih Duygulu sözlüğüne aldığı bir sıra madde başı terimin Frenkçedeki hangi terimlere denk düştüğünü de gösteriyor; sözlüğün mutlaka üzerinde durulması gereken bir yönü bu. Bunları aşağıya yazalım.  

   Tekli, tekten: solo  

   Tekçi: solist

   Deste: Potpuri ("bağlı", "bağlı olarak okumak" bugün de kullanılan sözlerden)

   Çift, çatal, ikit, benzeş, benzek: varyant (bir türkünün benzeri anlamında)

     (Bu beş kelime de TDK'nin düz mantıkla türettiği "değişke"den çok daha anlamlı)

   Düzen: akort

   Düzen vermek / çekmek / düzenlemek. Bu anlama gelen daha birçok deyim var sözlükte)

   Düzeni bozulmak, düzeni atmak: akordu bozulmak

   Düzensiz. akortsuz

   Ündeş: akortlu  

   Tarama: tremolo

   Perdeleme: tril

   Ortakça, ortakçalı: anonim

   Dağî: pastoral

   Nağme (kelimenin anlamlarından biri): motif

   Kaydırma: glissando

   Taşmalı, sündürme: senkop

   Adı geçen batı terimlerine karşılık türetmek isteseydik, bunlardan bazılarını kolayca bulabilirdik, ama Türkçe karşılıkların halk musıkisinde zaten kullanılıyor olması bu kavramların halk musıkisinde yeni olmadığını, çoktan terimleşmiş olduğunu gösteriyor. Bu terimler, sözler, deyimler halk musıkisi öğretimine girmeli. Sadece belli bir yörede kullanılan yerel terimler de hiç olmazsa kullanıldıkları yörenin dilinde yaşatılabilir.

   Yukarıdakilerin dışında, ben aşağıdaki Türkçe kelimelerin de bazı Frenkçe terimlere denk düşebileceğini fark ettim.  

   Sesçi: vokalist

   Potpuri terimini karşılamakta Balıkesir, Çankırı'da kullanılan "ulama" da aday olabilir. "Çantılamak"ın da benzer bir anlamı var, ama bu, fazlasıyla "yerel".    

   Oğlan gırtlağı: kontrtenor      

   Ses kayması, ses düşmesi, ses şaşması: falso

   Artak: crescendo

   Sönek: decrescendo

   Orta, ortaca: moderato (buna daha önce Mehmet Özbek dikkat çekmişti)  

   Yatırma, Devirmek, Devrilme, Tuş (bir ezginin karar perdesine yönlendiği son bölümü): "kadans" terimini karşılayabilir mi acaba?

   Alan çalışmasıyla derlenen, başka kaynaklarda bulamayacağımız terimlerin, sözlerin, deyimlerin sözlüğün en değerli yönü olduğunu tekrarlayayım. Özellikle deyim niteliğinde olanlar Türkçenin halk dilinde nasıl işlendiğini göstermesi bakımından da değerli. Sözlükler ancak ihtiyaç duyuldukça açılıp bakılan genel başvuru kaynaklarıdır. Ama musıki sever bir okur, bilgi edinmek için baştan sona, sıkılmadan, bir kitap gibi okuyabilir bu eseri. Sözlüğün "ansiklopedik sözlük" içeriğiyle yazılması musıkişinas, yahut musıki yazarı olmayan, Türkiye'nin musıki kültürünü ilgi alanlarının dışında tutmayan aydın okurların da ilgisini çekebilecek dolgunlukta.  

  

 

 

 

 

[1] Melih Duygulu, Türk Halk Müziği Sözlüğü, Pan Yayıncılık, Istanbul, 2014, s. 177.

 

[2] Bağda, bağdar, bağdamak türetmelerini ve bunların dayanağını başka yerlerde olduğu gibi Melih Duygulu'nun sözlüğünde de bulamayınca, Gültekin Oransay'ın öğrencilerinden dostum Dr. Ayhan Sarı'ya sordum. Verdiği cevabı buraya alıyorum: "Bu konuyu hocaya sormuştum. Bağlama kökenli bir türetmedir. Bağlama sazından geliyor, kaynağı bu. 'Perde bağlamak' sözü yol gösteriyor. Bestenin sesleri bağlanan perdelerden çıkıyor çünkü. Sonra, /l/ (le) harfi /d/ oluyor; gerekçesi kelimenin seslerine uyması. Tıpkı si notasına solfejde, yani hocanın deyişiyle 're-mi-leme'de söylenişindeki kolaylık dolayısıyla /gi/ dememiz ve sol-la ardılı söylenişinde iki - l (le) sesinin art arda okunmasındaki zorluk yüzünden sol-la-gi demesi gibi..." Oransay'ın "beste" terimini, Türkçeye mal olmuş bir kelime olduğu halde, sırf Farsça kökenli olduğu için içine sindiremeyip onun yerine Türkçe kökenli bir söz araması bir dil tutumudur elbette. Ama türettiği "bağdar" kelimesine eklediği "dâr" sıfatı da "tutan, malik" anlamına gelen, bayraktar, silahdar, dindar, defterdar, alemdar, mühürdar gibi pek çok kelimede kullandığımız bir Farsça söz birimidir.  

 Bülent Aksoy, www.musikidergisi.com, 3 Mart 2020

Kapat