Walter Benjamin'in, Baudelaire'den esinlenerek tasvir ettiği modern kent hayatının içine, Teoman'ın anlattığı modern aşk hikayelerini yerleştiririm hayalimde. Benjamin, büyük şehir insanını büyüleyen şeyin “son bakışta aşk” olduğunu söyler. Teoman da, sanki Benjamin'i yankılar gibi, son bakışta yaşanan aşkları anlatır. Bu aşk hikayeleri, varoluşsal yalnızlığın aşk karşısında kazandığı zaferleri, kaybetmenin büyülü melankolisini ve kendini tüketmenin hayata tahammül etmek için en iyi yol olduğunu anlatan hikayelerdir. Hem sıradan hem büyülü olan bu hikayeler, aynı zamanda hem çok acıklı hem de komiktir. Kahramanları hem çok güçlü hem de bir o kadar kırılgan; hem tutku dolu hem de bir o kadar yorgun. Hepsinin ortak noktası yalnızlıkla damgalanmış olmalarıdır. Fakat bu, herhangi bir insanla giderilmesi imkansız, varoluşsal bir yalnızlıktır. Dünyaya fırlatılmış olmanın, seçmediği halde doğmuş olmanın, tüm seçimlerinin yükünü taşımanın, hiç kimseyle tamamlanamayacak olmanın dinmeyecek özleminin, hayatın anlamsızlığının ve dünyanın yabancılığının ifadesidir. Teoman'ın anlattığı insanları “kahraman” yapan şey, bu varoluşsal yalnızlıkla nasıl baş ettikleridir: kimi direnir, kimi yüzleşir, kimi çoktan uyuşmuş, yabancılaşmış, kimiyse umutsuzca teslim olmuştur… Bir de, farkında olmayanlar var tabii bu hikayelerde, tümüyle yabancılaşmış ve hissizleşmiş olanlar, yaşadığının bile farkında olmayanlar hatta. Şaşıracak, esinlenecek, tutku duyulacak bir şey kalmamıştır onlar için. Teoman'ın sözleriyle, “acıkmadan yiyen/ uyumadan önce ayaküstü/ terlemeden sevişenler”dir onlar. Ve anlatıcısına gelelim bu hikayelerin. İster bir fahişenin ya da bir zamparanın, ister bir sarhoşun ya da küçük bir çocuğun ağzından olsun, varoluşsal yalnızlığın farklı veçhelerini aktarabilecek kadar tanışıktır bu yalnızlıkla. Teoman'ın bir söyleşisinde söylediği gibi, “kafayı yemekle, aydınlanma arasında gidip gelinen, ama ikisinin de aynı olduğunun” anlaşıldığı o büyülü andır, varoluşsal yalnızlığa son bakışta aşık olunan o an. O anın gizeminde açılan hakikat şudur belki de: “Her şey yalnızlıktan...” - Elis Şimşon
Walter Benjamin'in, Baudelaire'den esinlenerek tasvir ettiği modern kent hayatının içine, Teoman'ın anlattığı modern aşk hikayelerini yerleştiririm hayalimde. Benjamin, büyük şehir insanını büyüleyen şeyin “son bakışta aşk” olduğunu söyler. Teoman da, sanki Benjamin'i yankılar gibi, son bakışta yaşanan aşkları anlatır. Bu aşk hikayeleri, varoluşsal yalnızlığın aşk karşısında kazandığı zaferleri, kaybetmenin büyülü melankolisini ve kendini tüketmenin hayata tahammül etmek için en iyi yol olduğunu anlatan hikayelerdir. Hem sıradan hem büyülü olan bu hikayeler, aynı zamanda hem çok acıklı hem de komiktir. Kahramanları hem çok güçlü hem de bir o kadar kırılgan; hem tutku dolu hem de bir o kadar yorgun. Hepsinin ortak noktası yalnızlıkla damgalanmış olmalarıdır. Fakat bu, herhangi bir insanla giderilmesi imkansız, varoluşsal bir yalnızlıktır. Dünyaya fırlatılmış olmanın, seçmediği halde doğmuş olmanın, tüm seçimlerinin yükünü taşımanın, hiç kimseyle tamamlanamayacak olmanın dinmeyecek özleminin, hayatın anlamsızlığının ve dünyanın yabancılığının ifadesidir. Teoman'ın anlattığı insanları “kahraman” yapan şey, bu varoluşsal yalnızlıkla nasıl baş ettikleridir: kimi direnir, kimi yüzleşir, kimi çoktan uyuşmuş, yabancılaşmış, kimiyse umutsuzca teslim olmuştur… Bir de, farkında olmayanlar var tabii bu hikayelerde, tümüyle yabancılaşmış ve hissizleşmiş olanlar, yaşadığının bile farkında olmayanlar hatta. Şaşıracak, esinlenecek, tutku duyulacak bir şey kalmamıştır onlar için. Teoman'ın sözleriyle, “acıkmadan yiyen/ uyumadan önce ayaküstü/ terlemeden sevişenler”dir onlar. Ve anlatıcısına gelelim bu hikayelerin. İster bir fahişenin ya da bir zamparanın, ister bir sarhoşun ya da küçük bir çocuğun ağzından olsun, varoluşsal yalnızlığın farklı veçhelerini aktarabilecek kadar tanışıktır bu yalnızlıkla. Teoman'ın bir söyleşisinde söylediği gibi, “kafayı yemekle, aydınlanma arasında gidip gelinen, ama ikisinin de aynı olduğunun” anlaşıldığı o büyülü andır, varoluşsal yalnızlığa son bakışta aşık olunan o an. O anın gizeminde açılan hakikat şudur belki de: “Her şey yalnızlıktan...” - Elis Şimşon