Kayıt; geriye kalandır, izdir
Benim doğduğum, dilini konuştuğum toprakların hem zenginliği hem de fakirliğidir ‘kayıt dışı’lık… Kaydedemiyoruz… Sevmiyoruz kaydetmeyi, dahası beceremiyoruz da… Ağırlıklı olarak ‘duygularla’ yaşıyoruz. İçimizden ne geliyorsa onu çalıp söylüyor, yemeğimizi göz kararı, el ayarı yaşıyoruz… Belki bundan, bir yaptığımızı bir daha yapamıyor oluşumuz. Bir çaldığımızı tekrar çalamıyor, bir yediğimizi bir daha yiyemiyoruz. En usta aşçımız bile pilavı beş gün üst üste tane ayarlı tutturamaz, örneğin. Ya pirinci nemlenir, ya suyu bir öncekine göre daha klorludur… En olmadı, demlensin diye pilavın üzerini kapattığı gazetenin kağıdı değişir, pilav tutmaz. Kulaklarımla duydum, elini sevdiğimin kadını annem kaç kere içlenmiştir”. Düşüremedim pilavı bu sefer” diye…
Kayıtsızız… Elin oğlu nasıl yapar biliriz de bizim aynı elmayı seneye yetiştireceğimizin garantisi yoktur… Diyeceğim o ki… Yaptığımız işleri ’kayıta geçersek’, ihtimal ki eski şeyi aynen tekrarlayabiliriz…O eski şeyin aynı tekrarından bir yeni çıkarabilir, onu da kaydederek yenileri çoğaltır, yeniden yeniden yeniler yapabiliriz. İhtimal ki…
“Klarneti” demişti”dudak değil ruh üfler…” Kulağıma küpedir ders için yayına vardığım roman gencin bu sözü. Müzik ruh işidir… ‘His’tir yani. Sözümüz yok…
Ne var ki, ‘konuşturmak’ için yola çıktığın çalgının dile gelmesi için yetersiz kalabilir ruh. Onun için çalgı meselesinde ecnebinin ‘fundamental’ dediği, futbolda ‘alt yapı/temel hareketler’ diye adlandırılan fasıl ziyadesiyle önemlidir. Çünkü ‘konuşturulabilen’ çalgının, yine ecnebinin deyimiyle ‘enstrümana’ terfi edebilmesi için bu ‘fundamental’, hassastan öte bir konudur.
Bu nedenle gereken şeylerden biri de ‘kayıt’tır. Usta çırak ilişkisinin öğreticiliği su götürmez önemdedir ama ustasız bir yürüyüş için gerekli olan şey, kaydedilmiş bilgidir. Kayıtlı bilgi, ustasız da yön bulabilmek için, tek diyemeyeceğim ama çok önemli bir fenerdir.
Kayıt, geriye kalandır, izdir. Hatıradır, sestir… Temeldir. Mirastır. Silinmesi, kaybolması zor olandır. Birikimdir, yol, yön gösterendir. İlla ki de, yazıdır. Kâğıda, duvara, akla, kalbe yazılan yazı…
Bağlama Aslen ‘Tavır’dır
Bağlama, bu toprakların boynu bükük çalgılarından biridir. Kentli olma hadisesinin kaçınılmazlığı ile kentliliğin zorunlu eğitiminin bedene uymamasının yarattığı gerilim, züppelikle samimiyeti iç içe geçirdiği için’ köylü işi’ görülen bağlama da epey bir zaman gadre uğradı.
Bir enstrüman değil de daha çok ‘çalgı’ olarak görüldü, görülmekte.
Makûs talihini alt edebilmesi için ilk girişim, gitardan sökülen manyetiklerin göğsüne takılmasıydı. Lakin o zaman da başka bir ses verdi, metalikleşti. Evet, çalgıdan enstrümana terfi etmiş gibi göründü ama o arada da ‘kendi olmaktan’ çıktı. Çünkü en önemli şeyini, ‘tavrı’nı kaybetti...
Bağlama ‘tavır’lı çalgıdır ve onu var eden şey aslen bu ‘tavır’dır.
Bu saza tavrını veren sapında gezen değil, göğsüne doğru tezeneyi ya da sadece parmakları savuran eldir. O tavırdır Konya ovasını, Teke dağlarından, Teke dağlarını Taşeli’nden, Kırşehir’i Malatya’dan ayıran... Bağlama bu tavrıyla çevresine dolanmış ne varsa ses, duygu, insan, hepsini değiştirir, başkalaştırır... Bir dağı aşmaya gör, orada bağlama da değişir, onu çalan el de...
Bir Çalgının Enstrümana Evrimi
Kimi görüşe göre, insan sesine sadece eşlik etmesi, onun önüne geçmemesi için tasarlandığından ‘cılız’ ve ‘sessiz’ kalması gerekiyordu bağlamanın. Lakin köyde yaşayanların gerek iktisadi, gerekse siyasal zorlamalarla kente göçürülmesiyle birlikte bağlama da yeni bir ‘kalkışma’ yaşadı. ‘Yeniden keşfedildi’ gibi bir klişe kullanmayalım ama maharetlerinin ve müziğe katacağı rengin bir kez daha farkına varıldı diyebiliriz rahatlıkla.
Ve o noktadan sonra da, erişkin bir çalgıdan ‘enstrümana’ evrimi bir kez daha başlamış oldu.
İşte bu yolculukta, önceleri kırık dökük yazılmış olan ‘bağlama metotları’na, gerek teorik açıklamaları, gerekse temeli sağlam kılmak için önerilmiş pratik yapma yöntemleriyle muazzam bir yeni daha eklendi.
Yazarak Geleceğe Kayıt Düşmek
Arif Sağ ve Erdal Erzincan, aynı hat üzerinde birbirini takip eden iki büyük saz ve söz ustasıdır. Gerek kucaklarında tuttuklarını, gerekse dudaklarından döktüklerini çok derinden ve çok eskilerden çağırırlar. İkisini de ayrı ayrı karşılarına geçip dinlerken bende uyanan tek duygu her zaman, ‘sahicilik’ olmuştur.
Arif Hoca’nın ve Erdal’ın (ki kendisi arkadaşımdır, onunla ilgili gereksiz bir çoğul şahıs kipi kullanmak benim için gereğinden fazla asap bozucu ve samimiyetsiz olur) hazırladığı iki ciltlik Bağlama Metodu, bu ülkede de müziğe dair çok sağlam ‘yazılı işler’ yapılabileceğini göstermesi açısından insana büyük umutlar veriyor.
Her işin bağırış çağırış, slogan ve ajitasyonla halledildiği, daha doğrusu halledilmiş gibi yapıldığı bir ülkede ele alınan bir meselenin böylesine duru, anlaşılır bir dille yazılmış olması, gerek müzik gerekse hayatın diğer alanlarında aranması gereken yönteme dair de çok önemli ipuçları taşıyor.
Bağlamanın da diğer enstrümanlar gibi teknik kapasitesinin sınırlarını bulabilmek, o sınırları daha genişletmek... Kendi rengini verebilmek için öncelikle teknik alıştırmalarla alt yapıyı sağlam kılmak, sonra yetkinleşmek. Elbette bütün bunlar için bu topraklarda en olmayan şeye ihtiyaçta ısrarcı olmak, sabır ve çalışma...
Arif Hoca’nın ve Erdal’ın on yılda yapa boza, toplaya çıkara hazırladıkları akademi dışında hazırlanmış ama gerçek anlamda bir akademik yetkinlik arz eden bu metot, bağlamayı ‘çalgı’dan enstrümana terfi ettirmek isteyen bütün iyi niyetli öğrenciler için muazzam bir ‘öğretmen’...
Daha da önemlisi bu ülkede en az yapılan ve en çok hor görülen şeye çok keskin bir itiraz aynı zamanda; konu ne olursa olsun yazarak düşünmek... İşte bu itiraz, aynı zamanda, işlerin ağırlıklı olarak konuşma diliyle görüldüğü bu evrende derdini yazıyla ortaya koyduğu için eleştiriye de sonuna kadar açık olma olanağını da beraberinde getiriyor...
Gelecek için bugünden yarına şöyle kuvvetli bir kayıt düşmek. Bu bile bağlamayı bir noktada tutmak, oradan yeniden yükseltmek için çok önemli bir eşik.
Bağlama ya da müzikal herhangi bir alanda çalışacaklara yönteme dair hayati önemde ‘açılımlar’ sunan şimdilik iki ciltlik kocaman bir başlangıç olan Bağlama Metodu, sazını kucağına alacaklara da başka bir enstrüman için metot yazmaya niyetlenenlere fazladan daha fazla şeyler katacaktır... Önemle duyurulur...
Cem Dizdar, Radikal Kitap Eki, 4 Haziran 2010