Nazilere Direnen İyi Almanlar

Öncelikle bu çalışmanın nasıl ortaya çıktığından bahsetmek istiyorum. Kitabın önsözünde biraz bahsediyorsunuz tabii ama okurlarımız için bunu tekrarlamanızı rica edeceğim sizden. Bu kitap fikri nasıl ortaya çıktı?

Bu kitap fikri, BBC’de 20 yıl boyunca yönetmenlik yaptıktan sonra Tarih Birimi’nde 2. Dünya Savaşı hakkında birkaç belgesel hazırlamış olmam, kısmen annemin İsviçreli olması, Almanca ve Fransızca biliyor olmam ve kısmen de babamın savaşın 5 yılı boyunca Kraliyet Donanması’nda görev yapmış olması nedeniyle ortaya çıktı. Ben de savaş sırasında doğdum. Yani Avrupa tarihinin o dönemi iliklerime işlemişti diyebiliriz.

Diğer bir neden ise 1950’lerde İngiltere’de büyümüş olmamdı; Almanlardan düşman olarak bahsetmenin hâlâ yaygın olduğu bir dönemdi. Babamın hiç iyi Alman olmadığını ve Cermen ruhunda bir sorun olduğunu söylediğini hatırlıyorum: Önce 1. Dünya Savaşı, sadece 20 yıl sonra da 2. Dünya Savaşı... Ama büyüdükçe düşünmeye başladım, mutlaka iyi Almanlar da vardı. Kilit an yıllar sonra, daha sonra İngiltere’de Manchester City’de ünlü bir futbolcu olan Bert Trautmann ve Hitler gençliği hakkında Trautmann’s Journey adlı kitap için araştırma yaparken geldi ve Almanya’daki Kasım 1932 seçimlerinin rakamlarını kontrol ettim. Şaşkınlık içinde Almanların üçte ikisinin aslında Nazi Partisi’ne hiç oy vermediğini keşfettim.

Bu İyi Almanlar ne yapmıştı? Önce acımasız Nazi terör rejiminden, ardından da Hitler’in her zaman planladığı savaşın dehşetinden nasıl kurtulmuşlardı? Saklanmışlar mıydı? Direnmişler miydi? Savaşmışlar mıydı? Ve sonra kilit soru: Burada da böyle bir şey olabilir miydi? Gücün yanlış ellere geçtiği her yerde böyle bir şeyle karşılaşmak mümkün müydü? Kitabı yazmamın ana nedeni buydu.

Ciddi bir arşiv çalışmasıyla karşı karşıyayız aslında. Nazi Almanyası tarihini sıradan, önemsiz görünen insanların hayatı üzerinden okuyoruz. Kitapta hikâyelerini okuduğumuz bu isimleri neye göre seçtiniz peki? Ya da bu isimlere nasıl ulaştınız?

Küçük ya da büyük çapta direnen sıradan Almanların hikâyelerini nerede arayacağımı biliyordum, çünkü o zamana kadar zaten 2. Dünya Savaşı belgeselleri yapmıştım. Ama işin püf noktası, erkekten kadına, yaşlıdan gence, üst ve alt sosyal sınıftan, bilinen ve bilinmeyen hikâyelerin bir kesitini bulmaktı. Alman Komünistlerinin karizmatik lideri Ernst Thälmann’ın Gestapo tarafında tutuklanmasını ve 11 yıl hücre hapsinde tutulduktan sonra savaşın son günlerinde idamını izleyen Thälmann’ın kızı Irma’dan tutun da, Düsseldorf’ta Nazi rejimine direnmeye karar veren geniş bir yerel komşu ağının parçası okul çocuğu Bernt Engelmann’a kadar... Hiçbiri tarih tarafından bilinmiyor. Onlara isim verebilmek, onları unutulmuşluktan kurtarmak ve olağanüstü cesaretlerini onurlandırmak son derece tatmin ediciydi. Amaç okuyucuyu düşündürmekti: Böyle bir rejim altında ben ne yapardım? Öğrenilirse bunun ölüm demek olduğunu bile bile direnme cesaretini gösterebilir miydim?

Beni giderek daha fazla ilgilendiren bir diğer konu ise yalan haberlerdi. Kamuoyunu temelde yalan olan gerçeklerle beslemenin ne kadar kolay olduğu. Nazi Almanyası’nda, şu anda hayatımızda olan sosyal medyadan çok önce, bu zaten kilit bir faktördü. Sahte haberlerin ustası Joseph Goebbels’in ülkenin dört bir yanındaki sinemalarda her hafta gösterilecek olan propaganda filmlerinde, Hitler Mercedes arabasıyla geçerken çılgınca tezahürat yapan büyük kalabalıklar, çiçek demetleri atarak ağlayan kadınlar, gamalı haç bayrakları sallayarak sevinç çığlıkları atan çocuklar, gururla Hitler selamı veren erkekler ve onları engellemeye çalışan devasa SS ve polis kordonları görülüyordu. Ama hepsi sahteydi. Bunun için sadece birkaç bin kişiye ihtiyacınız vardır. Ve 1930’larda Almanya’nın nüfusu zaten 60 milyondu. Kendiniz deneyin. YouTube’a girin ve Führer’in arabasında ya da meşhur 1936 Olimpiyatları’nda ya da Nazi Partisi üyelerinin bağırdığı, tezahürat yaptığı, ayaklarını yere vurduğu bir salonda konuşma yaptığı siyah-beyaz Nazi arşiv materyallerini araştırın. Bir an için siz bile etkilenebilirsiniz.

Kitapta yer alan direniş hikâyelerinin pek çoğuna baktığımızda söz konusu direnişin aslında daha çok bireysel çapta olduğunu görüyoruz. Örgütlü bir direniş öyküsündense bu tarz bireysel hareketleri ele almanızın bir sebebi var mıdır?

Mikro tarih her zaman ilgimi çekmiştir; dünya tarihindeki büyük olayların ortasında kalan küçük insanların anlatılmamış hikâyeleri. Hiçbir zaman savaş istemeyen ama başka seçenekleri olmadığı için savaşa maruz kalan ve bu süreçte hayatları paramparça olan insanlar. En başta buna asla oy vermedikleri halde yıllarca korkunç bir terör rejimine, acımasız bir diktatörlüğe katlanmak zorunda kalan, hayatta kalmanın ve ailelerini korumanın yollarını bulmaya çalışan insanlar… Sizin ve benim gibi insanlar hakkında kişisel hikâyeler: Siyasi güç yanlış ellere geçtiğinde kelimenin tam anlamıyla güçsüz kalan eşler, kocalar, anneler, babalar, oğullar, kızlar, torunlar, komşular.

Son olarak anlatım için seçtiğiniz biçimle ilgili bir şey soracağım. Öncelikle kitabın harika bir anlatımı var. Hem tebrik ederim bunun için hem de bir okur olarak teşekkür ederim. Bu kitap aslında bir kurgu dışı kitap olarak yazılabilirdi. Ya da akademik bir tarih-araştırma kitabı gibi… Ama siz daha çok bir hikâye anlatıcısı tarzıyla yazmışsınız. Bunun ele aldığınız konuyla ilgili bir bağlantısı var mı?

Bu kitabı ve tüm kitaplarımı yazarken seçtiğim biçimi soruyorsunuz. Bana öyle geliyor ki, eğer tarihin küçük kişisel hikâyelerini tercih ediyorsanız, anlatı tarzı en iyisidir. Kişisel, samimi bir hikâye anlatımı derdini sessizce anlatıyor. Tantana yok. Belki de bu biraz roman yazmaya benzer: Bir yerden başlarsınız, ilerlersiniz, okuyucunun dikkatini sürekli canlı tuttuğunuzdan emin olursunuz, arada bir onları şaşırtırsınız, böylece hikâyeyle bağlarını korurlar; onları şoke edersiniz, gülümsetirsiniz, ağlatırsınız. Çünkü küçük kişisel tarih duygu doludur, his doludur. Akademik değildir. Ama akademik bir çalışma kadar iyi araştırılmış olmalıdır. Farklı olan sadece biçim ve tondur. Cümleler çeşitlilik göstermeli, uzun veya kısa ve müzikal olmalıdır. Bu kitap Radio 4 tarafından haftanın kitabı olarak seçildi ve her gün güzel bir şekilde okunduğunu dinlemekten memnuniyet duydum. Eleştirmenlerden biri şöyle yazmıştı: “Karakterlerini sayfalardan çıkarıp canlandırmakta usta olduğunu kanıtlayan harika bir hikâye anlatıcısı.” Ne kadar sevindim, anlatamam.

Özge İpek Esen, www.k24kitap.org, 10 Ekim 2024

 

Kapat