Oğuz Atay'ın sofrasında neler var?
Ahmet Hamdi Tanpınar ve Oğuz Atay’ın ortak özelliği, ikisinin de yaşadıkları dönemde “sükût suikastına” uğraması. İkisinin de vefatlarından sonra haklarında yoğun bir yayın bombardımanı başladı. Dolayısıyla zamanla Tanpınar ve Atay hakkında kaleme alınan yazılarda tekrarlanan klişeler üretilmeye ve bu klişeler katmerlenerek/güçlendirilerek tekrar edilmeye başladı. Bu klişeleri kırmak ise “sessizliğe” dönerek mümkün olmuyor. Tam tersine klişeler yeni yayınlarla farklı sorgulamalarla kırılabiliyor sadece. Onlardan biri de Kenan Göçer imzalı “Oğuz Atay: Sevgi – Para Geriliminde Atay’ın Sofrası ve Türkiye’nin Ruhu’na İzonomik ve Tinbilimsel Bir Yaklaşım” adlı kitap. Elbette kaleme alınan her metnin bizzat klişeleri hedef alması ve sorgulaması gerekmiyor. Mevcut klişelerin dışında yer almayı başarmak, yeni bir şey söylemeyi denemek bile klişeyi parçalamak için yeterli olabiliyor.
Kenan Göçer’in kitabındaki şu cümle bile tam bir klişe-kırar sorgulama cümlesi değil mi mesela? “Sahiden çözüm önermemiş midir Oğuz Atay? Sağcısından solcusuna, renk vereninden vermeyenine kadar Atay üzerine yazan tüm edebiyatçılar veya eleştirmenler neredeyse sözleşmiş gibidir. Aslında tümüyle haksız da sayılmazlar. Her şeyle ve herkesle oyun oynayan birinin, ülkenin çıkışsızlığına dair çözüm önerse bile bunun ciddiye alınması ne kadar mümkün olabilir ki! İroni ile yatıp kalkan, humorsuz duramayan birinin ülkeye patinaj çektiren zihniyeti aşmak için çözüm bekleyenler de ayrı bir ciddiyetsizlik örneği olarak görülmez mi ayrıca?” Bu noktada Kenan Göçer’in ilk kitabı “Yunus Emre Aslında Ne Dedi?”yi “Oğuz Atay Aslında Ne Dedi?” şeklinde değiştirerek bu kitap için isim olarak tercih edilebilirdi saptamasında bulunabilirim.
Oğuz Atay, yayınladığı kitaplar kadar yazmaya ömrü yetmeyen romanının ismiyle de anılan bir yazar. Anılarında “Türkiye’nin Ruhu” ismiyle bahsettiği üç ciltlik romanı, ismiyle bile Atayvari bir çağrışım okyanusuna davet etmiyor mu? Kojin Karatani’nin “izonomi” kavramından yola çıkan Kenan Göçer, Oğuz Atay’ı daha önce gündeme gelmeyen bir perspektiften okumaya tabi tutuyor. Daha önce yayınlanan “Yunus Emre Aslında Ne Dedi?”, “Dostluk Felsefesi”nde sürdürdüğü izlekleri, dertleri, tasaları, fikirleri Oğuz Atay kitabında daha bir derinleştiriyor ve zihnindeki resmin bir parçasını da metne dönüştürmüş oluyor.
Kenan Göçer, Oğuz Atay’ın yayınlanmış eserlerinden yola çıkarak “Türkiye’nin Ruhu”nu mümkün kılan zihin dünyasını, “Tehlikeli Oyunlar” romanında merkezi bir bölüm olan “Son Yemek” bölümü üzerinden okuyor. Herkesin kendi imkânları ölçüsünde katkıda bulunduğu ve aralarında hiyerarşi bulunmayan karşılıksız dostluk üzerinden kurulacak “Son Yemek” sofrası, sevgi-para geriliminde reyini sevgiden yana kullanıyor.
Para mı sevgi mi?
Kenan Göçer, hem kadim denebilecek hem de çok fütüristik denebilecek bir fikir ve teklifle kaleme alıyor metinlerini. Göçer, Kojin Karatani’nin Antik İyonya felsefesinden yola çıkarak geliştirdiği izonimi kavramından ilham alıyor. Daha önce Yunus Emre’nin hayatı ve eserlerini bu çerçevede okuyan Göçer, bu kitapta da Oğuz Atay’ın eserlerini aynı çerçevede değerlendiriyor. Ancak bu noktada vurgulamak zorunda olduğum bir durum mevcut. Aynı çerçeve derken bir tekrardan bahsetmiyorum. Tam tersine Göçer, söz konusu çerçeveyi biraz daha geliştirip zenginleştiriyor ve derinleştiriyor. “Yunus Emre Aslında Ne Dedi?”de izonomi derken neyi kastettiğini açıklayan Kenan Göçer, “Dostluk Felsefesi”nde izonomiyi mümkün kılacak “dostluğun” ne olduğunun tarifini yapıyordu. “Oğuz Atay” kitabının alt başlığı ise kitabın bütün anahtar kelimelerini içeren bir özet gibi. “Sevgi-Para Denkleminde Atay’ın Sofrası ve Türkiye’nin Ruhu’na İzonomik ve Tinbilimsel Bir Yaklaşım.” Dostluk gibi iktisat dışı bir alana itilmiş, dışlanmış bir kavrama iade-i itibar teklif eden Göçer, bunu izonomi kavramını zemin alarak inşa ediyor. Yazar bir tercihin eşiğine kadar getirip bırakıyor okuru. Para mı, sevgi mi?
Oğuz Atay, çok daha farklı bambaşka okumalara da açık elbette. Herhangi bir okuma gibi Kenan Göçer’in de okumasına/yorumlanmasına indirgenemez. Ancak Göçer’in okumasına halel getirmiyor bu gerçek. Hatta Kenan Göçer’in teklif ettiği okumanın bile tam olarak tükendiği söylenemez. Göçer’in okuması bile farklı örneklerle ve kavramlarla açılmayı/aşılmayı bekleyen kapılar/yollar olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Kitapta yer alan her alt başlık müstakil bir kitap olma potansiyeli taşıyor mesela.
Kitabın bir başka teklifi ise edebiyatın sadece edebiyattan ibaret görülmemesine yapılmış bir çağrı olması. Evet, edebi metinlerin sadece edebiyata dair bir mevzu olmaktan çıkarılması, aynı zamanda toplumsal sorunlara farklı bir bakış açısı geliştirilmesi için de kullanılmasının gerekliliğini hatırlatıyor Kenan Göçer bize. Elbette bu farklı bakış, kör gözün parmağına bir bakışı içeren kestirme yöntemlere teşvik eden bir perspektif değil. Bir tür olarak denemenin bu tarz açılımlar için uygun bir zemin sağladığını görüyorum. Kenan Göçer de bunu çok önceden fark etmiş gördüğüm kadarıyla.
Kendi adıma Kenan Göçer’in metin şölenine tekrar oturmayı sabırsızlıkla bekliyorum. Aynı cümleyi bir de “Bir dosttan gelecek mektubu bekler gibi.” diyerek de kurabilirdim. İki cümle arasında fazla bir fark yok anladığım kadarıyla…
Suavi Kemal Yazgıç, Litros Sanat, 16 Mart 2024