Tarık Günersel: “Nitelikten fedakârlık etmeden bazı fikirler nasıl gündelik kılınabilir?”
Zafer Yalçınpınar: Sizinle ve eserlerinizle tanışıklığım görsel işlerime yoğunlaştığım, görsel şiiri deneyimlediğim günlerde gerçekleşti. Deneysel çalışmalarınızla ve özel verimlerinizle tanınıyorsunuz Türk edebiyatında… Bu deneysel çalışmalarınızın geleceğe uzandığını, hatta, “tarih kadar uzun” bir projenin parçası olduğunu düşünüyorum. Çalışmalarınızın yapı taşları nelerdir? Başlarken ne vardı, neyi gördünüz, sizi ne tetikledi?
Tarık Günersel: Büyükbabamın sayesinde, felsefeyle ilgilenmeye ilkokulda başladım: Necmeddin Günersel tanıdığım ilk yazar ve Müslüman-demokrat düşünür oldu. Sonra 1966’da 13 yaşımda Bertrand Russell’ın “Niçin Hıristiyan Değilim” adlı eserini okuyunca inancım sarsıldı, verimli bir buhrana girdim. Tanrı inancından kopuşum acısız olmadı, ama memnunum. 14 yaşımda yerleşik ahlakı köleleştirici buldum, alternatif bir özgürleşme ahlakı amaçladım. 20 yaşımda “Kendi anayasama doğru” diye bir döküm hazırladım –görüşlerimden ve bazı alıntılardan oluşan. 1993’te özdeyişlerimden oluşan ve Seyyit Nezir’in Broy yayınları arasında yer verdiği Uzay Bilinci adlı eserim ile kılavuzum temelde oluştu. 1997’de kızım Barış Günersel’in gelecekle ilgili şiiri önemli bir boyut kazandırdı. 2000’de “süzülüm” adını verdiğim çalışmalar yapmaya başladım. Oluşmak kendim için yaşama kılavuzu. Başkaları da yararlanırsa sevinirim tabii. Çağrım herkese kendi kılavuzunu hazırlama yönünde -beğendiği görüşlere sahip çıkıp gelişmeye açık olarak.
Z.Y.: “Oluşmak” adlı kitabınızın alt başlığı “Yaşama Düşünceleri 6011”… Bu alt-başlık bize 4000 yıl sonrasını işaret ediyor. Ayrıca, Oluşmak’taki poetik dengeyi, felsefi bir “yaşam kılavuzu” olarak tasarladığınızı da biliyoruz. Şiir ile felsefe ilişkisi hakkında ne düşünüyorsunuz… Şiirdeki sezgiselliğin önemi nedir? Şiir, felsefeyle nasıl bağdaşıyor?
T.G.: 6011 ile bu yılı kastediyorum. Yazının icadını sıfır yılı sayıp en yaygın tarihleme tarzına pratik bir yaklaşımla 4000 eklemeyi öneriyorum. İnsanlığın yaratıcılığı ile emeğine saygı ifadesi olarak. Tarihçilerin “Tarih İ.Ö. 4000 civarında yazının icadıyla başlar,” sözünü ciddiye alma ve gereğini yapma önerisi bu aynı zamanda. Geçen gün Alberto Manguel’in ‘Okuma Tarihi’ kitabını okuyordum; “M.Ö. 4000 civarında kil tablete on tane keçi resmi ile okurluğun (ve yazmanın) başladığını belirtiyor. Denk düşen bir tarihleme. Otuz imzacı ile 3 Mart 6010 tarihinde İstanbul’da basın toplantısı yaptık. Yalnızca bir Slovak ve bir Belçikalı gazeteci katıldı; basınımızdan kimse gelmedi.
Şiir ile felsefe çocukluğumdan beri doğal parçalarım. Son yıllarda daha az acı çekerek gelişmeyi öğrenebildim. Yirmi yıl kadar önce şöyle düşündüm: Dinler neden etkili? Her düzeyde zekâ ve zihin için esnek bir malzeme sunabiliyorlar. Yalın derinlik hem şiirde hem de felsefede ve de dinde önemli. Teorik zenginlik ile “hedef kitlenin” eğitim düzeyi arasında uçurum var. Öncelikle kendim için, nitelikten fedakârlık etmeden bazı fikirler nasıl gündelik kılınabilir? Hem yalın hem de verimli düşünceler nasıl formüle edilebilir? Din dışı (ama dinlerdeki bilgelikten de yararlanan) bir yaşama kılavuzu oluştururken bu hususlar önemli geliyordu. Şiir ile felsefe düşünce bağlamında buluşabiliyor. Sezgi ilginç ve açıklayamadığım bir alan -hayatımda önemli rolü olan.
Z.Y.: “Oluşmak”taki süzülümleri, özdeyişleri, atasözlerini ve kitabın başındaki çağrınızı düşündüğümde, doğu-batı ayrımının dışında durarak ortak ve yüce bir “erdem”i imlemeye çalıştığınızı farkettim. Bunu “yaşamak bilinci” olarak ifade edebilir miyiz? Bilinç ya da seziş kapsamında ele alırsak, “yazmak” ile “yaşamak” arasındaki çetin birleşimler ve ayrılımlar nelerdir?
T.G.: On binlerce yıldır nice insan acı çekerek bir şeyler düşündü, emek verdi. Emekteki çeşitlilik ile tek gezegendeki ortak hayat gerçeği arasında buluşturucu bir eser amaçladığım söylenebilir. Yazmak ile yaşamak etkileşimli alanlar, evet; bu konuda sürekli daha çok şeyin farkına varıyorum.
Z.Y.: Son olarak, edebiyat ortamında yaygınlaşan “retorik arsızlığı” hakkındaki düşüncelerinizi sormak istiyorum… Mevcut siyasal tutum ve “yeni sinsiyet” şeklinde kavramsallaşan bir tipoloji, yaşamın şiirselliğini karartıyor ve hatta köreltiyor benim gözümde… Edebiyatın ve sözün kutsallığı, içtenliği suistimal edildi, ediliyor. Siz ne düşünüyorsunuz bu duruma karşı?
T.G.: Hayata, dile ve emeğe özenle yaklaşıyorum, sanırım. Herkes aynı özeni gösteremeyebilir. Hoyratlık yaygın ama benim de daima pekçok kusurum oluyor. Çabayı sürdürmekten başka çaremiz yok.
Yaz. Anlatmaktan çok
_______anlamak için.
Ve sevin. Seni
az da olsa anlayan
___en az bir kişi vardır artık:
__________________Kendin.
(…)
T. Günersel
Zafer Yalçınpınar, evvel.org, 27 Nisan 2011