Yaralı çocukluğa fizik terapisi

İlkokul bitince bir şey oldu bana, sanki zekâm açıldı. Şahane bir öğretmen, adını hep kalbimde sakladığım Adil Tanyaş matematik öğretmenim oldu. Korkmadım bu yeni matematikten, çok sevdim. Ama bu rüya kısa sürdü. Adil Öğretmen gitti. Ertesi sene tırnaklarımı kemirmeye başladım. 30 yıl sürdü....

Misketler, renkler, filmler, parçacıklar…

Sıranın altına saklanırdım çarpım tablosu sözlüsüne kalkmamak için. Zavallı çocuk, görünmez olunca “Görünmüyor,” sanırdı.

İlkokul bitince bir şey oldu bana, sanki zekâm açıldı. Şahane bir öğretmen, adını hep kalbimde sakladığım Adil Tanyaş matematik öğretmenim oldu. Korkmadım bu yeni matematikten, çok sevdim. Ama bu rüya kısa sürdü. Adil Öğretmen gitti. Ertesi sene tırnaklarımı kemirmeye başladım. 30 yıl sürdü. Matematik kafası yoktu bende. Öyle dediler, ben de inandım. İki kere iki dese biri, içimde akışkan, kızgın lavlara benzeyen, kıpkırmızı bir korku dolanır dolanır, geçtiği her yeri derinden derinden garip bir sıcaklıkla yakar; sonra o kıpkırmızı sıvı içimden, ruhumdan, kalbimden aldıklarıyla rengi koyulaşmış, ağırlaşmış bir şekilde gözeneklerimden fışkırırdı. Fışkırırken de başka bir acı ile yanardı derim.

Bir de gerizekâlı demişlerdi, onu unutmuştum. Buna da inanmış olduğumu, bilinçaltını konuşturmasını bilen Tamer Dövücü Hocam ile hatırladım. Neredeyse 40 yıl sonra.

Lisede her şey daha korkunç oldu; fizik ve kimya eklendi. Biyolojiyi çok seviyordum. Biyolog olmayı derinden hayal ettim hatta.. Eğer “bu çocukta fen kafası yok,” cümlesine inanmasaydım, şu an belki kaplanlarla ilgili bir yazı yazıyor olacaktım.

Sevgili Işık Tabar Gençer, “Yeni bir kitap çıkardık, çok duyulsun istiyorum, hakkında yazarsın, sayfana koyarsın,” dediği ilk saniyede her şey normaldi. Kitabın “Herkes için Parçacık Fiziği” olduğunu duyunca, işte o kırmızı akışkan sıvı kıpırdanmaya başladı içimde. Yıllardır sindiği yerden çıkıverdi. Kaçamazdım, sıranın altına saklanamazdım, bu dünyada benim için kıymetine satırlar yetiremeyeceğim “Işık Ablam”, kırk yılda bir benden bir şey istemişti; “Yapamam,” diyemezdim, tüyemezdim.

Kitabın kapağında “Herkes için” diyordu, ama ben herkes miydim ki? Tırnaklarımı 30 yıl kemirmeme neden olan o adam, adını hatırlamadığım matematik öğretmeni içimde bir mağaradan konuştu: “Herkes değilsin, sen bir gerizekâlısın!”

Arka kapağı çevirdim: “İyi bir merak dozu yeterli olmalı…” İşte iyi haber… Merak dozum çok iyi! Zaten belgeselciyim, hem çekerim hem izlerim. Fiziğin, kimyanın, matematiğin hayatın kendisi olduğunu zaten öğrenmişim. Ama cümlenin devamı iyi gelmiyor: “… önceden ne lise düzeyi üstünde ileri matematik ne de fen kavramları gerekiyor”. Benim lise düzeyini bırak, ortaokul, ilkokul düzeyindeki durumum çok vahim!

Ama yapacak bir şey yoktu; benim kırmızı sıvı ile beraber başladık kitabı okumaya. Yanıma bir de defter aldım. Not tutmak için değil ama bu kez. Küçükken, korktuğu zaman günlüklere sığındığını hatırlamıştı bilinçaltım.

Şirin Parçacıklar Diyarında

Gün
Güneşi en çok akkavağın yapraklarına yakıştırıyorum; biraz da rüzgâr varsa… Bugün her şey başka görünüyor gözüme; sanki kuantum gözlüğü taktım; her şeydeki parçacıkları görür gibiyim. Kitabı bırakıp masama, güneşe çıktım, bahçeye. Şimdi benim içimden ta güneşten gelen nötrinolar mı geçiyor? Ne büyülü bir şey. Pauline anlattı; her saniye Güneş’ten salınan 70 trilyon nötrino Dünya yüzeyinin her santimetrekaresine çarpıyormuş ve bunların sadece bir avucu Dünya’daki maddenin atomlarıyla etkileşiyormuş. Diğerleri ise selam verecek kadar bile durmadan geçip gidermiş Dünya’dan. Nötrinolar, Güneş ve yıldızlar yanarken atomlardan salınırlarmış.

Gözlerimi kapayıp aklımı, kalbimi, bedenimi güneşe serdim . O bir avuç nötrinodan birinin olsun benim atomlarımdan biri ile etkileşmesini ümit ettim.

İçimden cümleler geçti tam o sıra:

“Seni öptüğümde bir yıldızı öperim aslında… Güneş gözlerinin içinden nötrinolarla geçer, oradan benim kalbime düşer.”

Gün
Ne güzel kitap. Pauline sanki öğretmenimizmiş, hepimizi alıp açık hava dersine çıkarmış gibi... Kitabımı alıp bir banka oturdum bugün. Mis gibi güneş var yine. Nötrinoların sesi nasıl ki acaba? Sorsam ne der ki Pauline?

Ne çok çeşit parçacık varmış. Atomun çekirdeği, çekirdeğin etrafındaki elektron. Bunları biliyorum. Çekirdeğin içinde proton, nötron, bunları da biliyorum. Atomaltı dünya, parçacıklar diyarı. Parçacık aileleri, farklı davrananlar, birbirine tutunanlar, taşıyıcılar… Çocukluğumun misketlerini çağrıştırdı parçacıklar; içlerinde renk renk hareler, ışık oyunları, hepsi başka başka... Misketlerden bir yapı inşa edemezsiniz ama, kayar düşer onlar, üst üste durmaz. Pauline bu yüzden parçacıkları legolara benzetiyor. Hem birbirinden farklı parçalar, hem de bunlar bir araya gelerek farklı yapılar inşa edebiliyor, birlikte çalışıyor, etkileşiyor.

Gün
Aa evimizde CERN varmış!

Bir televizyon da aslında bir hızlandırıcı imiş. CERN’de parçacıkları araştırmak, anlamak için yaptıkları çok büyük, dev düzenek Hadron Çarpıştırıcısı’nda parçacıkları hızlandırıp birbirleriyle çarpıştırıyorlar. Televizyon da neredeyse aynı sistemle çalışıyormuş. Elektronlara enerji verilir, elektronlar da ekrana çarparak görüntü oluştururmuş. Bir çok icat hep parçacık fiziği araştırmalarının ürünüymüş. Telekomünikasyon, cep telefonları, tıbbi görüntüleme cihazları, kansere karşı geliştirilen Hadron tedavisi, www.

Gerçekten çok akıllıyız biz!

Gün
Bu sabah kahvaltıda yumurta yerken bir garip oldum, kıyamadım atomları, parçacıkları yemeye. Parçacıkları gözlerimizle göremiyoruz ya, varlıklarını nasıl kanıtladıklarını anlattı Pauline bugün. Çok etkilendim. “Ressammış bu parçacıklar,” dedim içimden. Soğuk sıvı ile dolu odacıklar yapmışlar CERN’de. Detektör diyorlar bu makinelere. Bana tuval gibi göründü. Parçacıklar içine girince ısı değişmesi ile hareket ederken bıraktıkları izler beliriyormuş. İnternetten görsellerine baktım. Çok etkilendim. Bir sanat yaratıyor parçacıklar, atomaltı dünya sanatı…

Çok eğleniyorum. Pauline haklı. “Parçacık fiziği, sadece fizikçilere bırakılamayacak kadar eğlenceli.”

Gün
İçimde kısa bir filmle uyandım bu sabah. “Büyük Hadron Çarpıştırıcısı” bölümünü okuyup uyumuştum. Sabaha bir film çekivermişim.

Hani bir sinema klişesi vardır, daha çok aşk filmlerinde kullanılır. İki kişi çarpışır, kitaplar düşer, notlar etrafa dağılır; özür dilemeler arasında yere düşenler toplanırken, eller birbirine dokunur, gözler tanışır; zaman değişir, kamera yavaşlar ve işte tam o anda müzik girer. Benim filmimde çarpışmanın olduğu o anda, ağır çekimde kitapların, notların dağılışını görüyordum. Başka bir zamana geçmiştik. Kitapların içinden sayfalar, sayfalardan cümleler, kelimeler, harfler gökyüzüne doğru uçuşuyordu. Harfler birbirine değip yeni sözcükler, sözcükler yeni cümleler kuruyordu havada. “Her şey”deki elementleri seçti kameram. Adamın heyecandan terleyen elinden kadının eline geçen elementleri, elementleri oluşturan atomları, atomların çekirdeğindeki proton ve nötronları, nötronların içindeki quarkları, çekirdek etrafında dönen ışıklar içindeki elektronları, parçacıklar birbirine değerken görünen bozonları, leptonları… Filmimde dökülen kahveden saçılan damlalara nötrinolar dokunuyor, kahvenin rengi kehribara dönüyor, kadının gözlerindeki mavi dalgalanıyordu.

“Sana bir avuç atom versem, kalbimden hediye. Elektronların elektronlarımla buluştuğunda olan şeyin adıydı aşk desem.”

Gün
CERN’e turistik gezi yapıyorlar mı acaba? Sayfasına girip bakacağım. CERN, insanlığın en büyük deneylerinin yapıldığı laboratuvar. Kitabı okuyunca oranın kokusunu bile duyar oldum. Evrenin mucizelerini laboratuvar ortamında yeniden yaşatıyorlar. Mucizenin mucizesi. Maddenin en yaygın halleri sıvı, katı, gaz dışında plazma hali var. Güneşteki madde böyle, bunu biliyorum. Plazma halinde olunca atomlar parçalanıyor. Ama bir hali daha varmış ki maddenin, adına Kuark-tutçu plazması diyorlar ve sadece Evren’in başlangıcında Büyük Patlama’nın on milyarda bir saniye sonrasında oluşmuş. On milyarda bir saniye sonrasında! Ve onun sayesinde işte, bizimde içinde olduğumuz tüm maddi dünyanın en küçük parçacıkları oluşmuş. Çünkü maddenin bu halinde öyle yüksek bir enerji oluyormuş ki, çekirdekler, hatta nötron ve protonlar bile parçalanıyormuş. Çorba diyor Pauline, bizi oluşturan yapıtaşları çorbası. Ve biz, yani insanlık, bunu 13,8 milyar yıl sonra laboratuvarda canlandırdık. Ne müthiş bir an!

Güneş… Kırmızı… Sıvı… Patlamalar… Akışkan lavlar… Maddenin plazma hali… Benim içimde dolaşan kırmızı korku sıvısı da böyle mi? Kuantum gözümle baksam içime görür müyüm ki? Ama nerede? Nerede benim korku lavlarım… Gerçekten mi yok artık. İyileştim mi?

Pauline… Sevgili öğretmenim! Fizik terapistim! Çok teşekkür ediyorum. Güneşe çıkıp gülümseyeceğim.Umarım hissedersin…

Şirin Sümer

Parçaçık Fiziği kitabını incelemek için tıklayın.

 

Kapat